Pek eski zamanlarda bir karı koca varmış. Bunlar çok fakirlermiş. Bir gün karı, kocasına kızmış, niçin çalışmıyorsun demiş. Eğer çalışmak istemiyorsan bir hamam kapısına git ve orada otur. Hamamda bir şey kaybolduğu zaman, sen, “ben bakıym” dersin demiş. İhtiyar bu sözler üzerine bir hamamın kapısına gidip beklemeğe başlamış. Bir gün yine ayni şekilde beklerken, bir kadın ona altın küpesini kaybettiğini söylemiş. Bu sözler üzerine ihtiyar bakımcı elindeki su dolu tasa bir müddet baktıktan sonra, “Ben sana söyleyeyim, senin küppelerin bir kıl yumağına sarılı olduğu halde duvar deliğinde tepili” demiş. Bu sözleri işiten kadıncağızın aklına hemen hamamdaki küçük delik gelmiş ve deliğe gidip, baktığı zaman, küpesini görmüş, kendi eli ile oraya teptiğinide hatırlamış.

Meğerse, bu kadın, padişahın kızıymış. Falcının bu başarısını babasına anlattığı zaman padişah buna çok sevinerek, falcıyı huzuruna çağırmış ona çuval, çuval altın ihsan etmiş.

İhtiyar adam, bakımcılıklı geçinip giderken, padişahın hazinesini kırk haramiler bir gece soyuvermişler. Padişah hemen falcıyı çağırarak:

“Haydi bakalım falcı, bul şu hırsızları. Eğer bulamazsan seni cellatlara teslim ederim.” demiş.

Falcı biraz düşündükten sonra:

“Peki padişahım. Hırsızları bulacam, yalnız, bana bir oda, 40 gün müsade ve karpuz ver. Kırkıncı günü hırsızlar elinde” diye cevap verdi.

Artık ihtiyar falcı, ölümünün yakın olduğuna inanmıştı. O gün karısiyle birlikte odada otururken karısından bir karpuz istedi. Kadın gidip karpuzu getirince, falcı; “Geldi biri, kaldı otuz dokuzu” diye haykırdı. Bunu odanın tavan arasındaki kırk haramilerden birisi işitti. Arkadaşlarına gidip şöyle dedi:

“- Arkadaşlar ben falcıyı dinlemeye gittiğimde benim geldiğimi anlamış olacak ki, geldi biri, kaldı otuz dokuzu diye haykırdı.” demiş.

Bunu duyan hırsızları bir korkudur almış. Her akşam biri gidip falcıyı dinliyormuş. Duydukları hep ayniymiş. Karpuzların tam 38 i gitmişti.

39’ncu gece falcı her gece olduğu gibi karısından bir karpuz daha istemiş. Bu sırada ise 39’ncusu yukarıdan bunları dinliyormuş. Falcı 39 u geldi. Biri kaldı diye çağırınca, hırsız hemen falcının yanına indi ve şöyle dedi:

“- Aman falcı baba, bizi ele verme, ben sana çalınan mücevherlerin nerede olduğunu söylüyeyim” demiş ve bir yeri tarif ettikten sonra anahtarları vermiş.

Kırkıncı gün falcının kapısını açan padişah iki cellat başı getirmişti. Falcı onları görünce; “aman padişahım işte mücevherlerin saklı bulunduğu yerin anahtarı, sen beni yanıma adam kat ben sana hepsini gidip getirym demiş. Padişah falcının ağzından bunları duyu sevincinden sanki deliye döndü ve falcıya seslendi ki; “Mücevherleri aldığı yerden doğruca evine taşı, hepsini sana ihsan ettim” demiş.

Bu fakir herifte böylece zengin olup gitmiş.

Not: Bu masalı, otuz seneden beri bilen Şerif Sevinç’ten Erol Günoz derlemiştir.