Teke Mustafa, Gaziantep şehrinin (Yazıcık) semtinden bir hikâyecidir.

Yazıcık semti Gaziantep’in kenar mahallelerini içine alan bir semttir. Burada (Yazıcık Kahvesi) denen bir eski kahve var. Bundan elli yıl evvel yaşamış olan bu, Antep’in ünlü öykücüsü Teke Mustafa, her sene kış geceleri bu kahvede (Köroğlu) hikâyesi söylerdi. Antep’in her semtinden hikâye meraklıları, kışta, kıyamette bu kahveye akın ederlerdi. Kahve, iğne atsan, yere düşmez, tıklım tıklım dolardı. Çünkü, o zaman, şehirde saz yok, sinema yok, başka bir eğlence yoktu. Yalnız başka bir semtteki yüksek bir kahvede de Karagöz oynatılırdı. O zaman bende genç idim, daha çok Teke Mustafa’ya devam ederdim.

Teke Mustafa’nın bir özelliği de, hikâyesine başlamadan önce, kendi uydurması bir hikâye anlatmasıydı. Bu adam, çok fakirdi. Yalnız kışın öykücülükten kazandığı ile geçinirdi. Bir defa, fakirliğine dair anlattığı şu fıkrayı kendi dilinden naklediyorum:

-Birgün, fakirliğin elinden kurtulmak için, başımı alıp, diyar diyar gitmek üzere Antep’ten çıktım. Az gittim, uz gittim, İskenderun’a vardım. Oradan vapura binip İstanbul’a kaçacaktım ki: Bizim baba dostu fukaralık, benden evvel İskenderun’a gelmiş, papıra binmek üzere, beni bekliyor. Bunu görünce cinim tepeme çıktı.. Hemen yakasından kaptım: “Ocağı batasıca beni burada mı buldun?,, diye denize fırlatacağım bir sırada yalvarmaya başladı:

- Aaaaman, dedi, ben on sekiz göbekten beri sizin kapınızın kuluyum, sizinle çok tuz, ekmeğim var.. Ne olur, bana kıyma, denize atma! Kıyma bana Mustafa Ağa! Tuz, ekmek, saman mı? Ben daha senin soyuna, sopuna da kıyamete kadar hizmet edeceğim. Allah’ı seversen yakamı bırak!

Böyle bir baba ve ecdat dostunun canına kıymak bana da ağır geldi. Şimdi onunla can, ciğer dostuz ve böyle yaşayıp gideceğiz.

Mektep, medrese görmemiş bu ümmî hikâyecinin muhayyilesi her gece böyle bir espri yaratır ve hikâyesine başlaman önce kahve cemaatını kahkahalarla güldürürdü. Hey gidi günler heeeyyy!..