Eski merkez karakolunun soruşturma bürosunun kapısından içeri giriyorum. Selam veriyorum ve etrafıma bakıyorum. O’nu arıyorum. Yok. Halbuki bugün randevumuz vardı kendisiyle. Soruyorum, “şimdi gelir” diyorlar. Sağdan soldan konuşuyoruz. Bu sırada çaycıyla birlikte giriyor O. “Hoş geldiniz” diyor. Çaylarımızı içmeye koyuluyoruz. Daha doğrusu koyuluyorlar. Zira ben dalmışım. Çayın nefis rengine.

Çay biter bitmez, konuya giriyorum:

— Ali Bey emanet yanınızda değil mi?

—Evet diyor Ali Cintaş ve elini cebine götürüyor. Küçük bir kibrit kutusunun yansındanda ufak, balmumuna batırılmış bir bezle sarılmış küçük paketi çıkarıyor.. Bandını açıyor, açıyor ve açıyor.. İçinden bir kuruşluk pul büyüklüğünde küçük bir madeni kutu çıkarıyor ve bana doğru uzatıyor.

— Buyrun, diyor.

Evet bir kuruşluk bir pul bile büyük bu kutunun yanında. Üzerinde bir de pertavsız var. Kapağını açıyorum, muhafazanın., Gayet güzel sarı yaldızla işlenmiş çok ince kapaklı küçük hemde şimdiye kadar gördüğüm en küçük bir kitap var elimde. Sahifelerin çeviriyorum ilk anda sahifeler de birer satır çizgi halinde çekilmiş çizgiler görüyorum.

Ali Cintaş “iyi bakın" diyor. Bakıyorum amma nafile. Küçük, çok küçük ince birer çizgi demeti. Bu defa Ali Cintaş muhafazadaki pertavsızı(büyüteç) sahifenin üzerine tutuyor. Aaa bunlar şimdiye kadar çizgi zannettiğim şeyler hakikatte birer yazı. Hem de çok güzel bir eski yazı. Ali Cintaş’ın yüzüne bakıyorum. İzah ediyor.

— Efendim, bu 297 yıl önce meşhur hattat Hafız Osman Efendi tarafından yazılmış bir Kur’anı Kerimdir. Sahifeleri tamamdır ve tam metindir. En arka sahifesinde de tam metin olduğuna ve Hafız Osman Efendi tarafından yazıldığına dair o devrin kalburüstü on din adamının tasdik şerhi vardır.

— Size nereden intikal etti?

— Peder rahmetlik, dedemden almış, ondan da bana geçti. Fakat dedemin nereden ve kimden aldığını bilmiyorum.

Gözünün önüne ister istemez tarih sahifelerini 297 yıl önceye çevirdiğimde karşılaştığım, Hafız Osman efendinin çalışması geliyor...

— Ya, diyorum. Kitabı yeniden tetkik ediyorum. Elimde cetvel ölçüyorum... Yazılı kısımlarının ölçülerini alıyorum. Boy: 20 milimetre, en: 17 milimetre.. Sahifelerine bakıyorum.. Üç yüz küsur sahife... Bir tuhaf oluyorum.. Nasıl yazmış bu kişi bu yazıları? Aklım almıyor. Bir daha bir daha bakıyorum. Evet yanılmıyorum, gördüğüm şey hakikat.. Kur’anı Kerimin ta kendisi...

Benim bu hayretimi sezmiş olan Ali Cintaş diyor ki:

— Bey, hali hazırda bu kitap, dünyanın en küçük Kur’anı Kerimi... Değeri de çok yüksek... 1954 yılında bir Alman turistine 35000 liraya satılan ve dünyanın en küçük Kur’anı Kerimi diye tanıtılan kitap şu elinizdeki kitaptan 2 milimetre daha büyüktür.

(Sabah)