Tabiat dağıyla, ovasıyla, tundurası, çölüyle insan zekâsına boyun eğmeğe mecburdur. O insan ki, istediği takdirde dağı mamureye, çölü cennete çevirebilir.

Mardin şehri üzerinde kurulduğu tepenin teklerinden bakıldığında, yukarıda sarp kayaların arasında bir kartal yuvasını andırır. Kendine has bir mimari tarzı vardır. Taştan satıhlı beyaz duvarları bozmuş biri diğeri üzerinde oturmuş. Katları birbirine bağlarken taş mermerler, taş merdivenler ve kademeli düz damlar. Böylece bembeyaz taşların meydana getirdiği evler, oymalı taşların süslendiği minareler, daha önce buraya gelmek için geçtiğimiz diğer Doğu şehirlerinde gördüğümüz konutlara kıyaslanınca, değerini ve zevkini derhal belli ederler.

Mardin’de baharın herhangi bir evin damında veya bir lokantanın terasından önümüze serilen ve göz alabildiğine Suriye içlerine kadar uzanan ovanın meydana getirdiği yeşil denize bakınca işimizi boşaltır, şöyle derinden bir oh çeker yüreğinizi ferahlatırsınız.

Tabiatın Mardin şehrinin önüne serdiği bu kıymetli halı gerek desen gerek estetik görüşleri bakımından sizi etkiler.

Mardinden keskin virajlarla inen istasyon yolu, bir düzlükle Kızıltepe’ye doğru uzar, yolun iki kenarında yeni kuruluşlar, cıvıl cıvıl bir Kız öğretmen okulu, sağda ileride ilmi araştırmaları tatbikatıyla bu ovaya feyiz ve yön verecek köprü bir Tarım Okulu.

Kızıltepe’de Batıyı Doğuya bağlayan ipek yoldan sola dönünce, Viran şehire ulaşırsınız. Şehrin tam karşısında bir ip gibi uzayan yol, sizi dünyanın en büyük çiftliklerinden biri olan Devlet Üretme Ceylanpınar Çiftliğine götürecek olan yoldur. Yolun sağlı sollu etrafında muntazam bloklar halinde adeta makasla kâğıttan kesilmiş kare şeklindeki buğday tarlaları göze çarpar.

Bu çifliğin arazisi üzerinde küçük bir uçakla alçak seviyeden uçarsanız birbirini takip eden ve yeşil bir deniz gibi dalgalanan hububat tarlalarını, tarlaların arasındaki keskin köşelerle birbirine kesen geniş yolları çeşitli kuş sürülerini ve nihayet bu çifliğe adını veren yüzlerce, binlerce Ceylanın meydana getirdiği Ceylan sürülerini görür, sanki Afrika’da bir stepte olduğumuz kanısına varırsınız. Ceylânların dişileri ürkektir, uçak sesinden korkar, bir su gibi akarak ovada süratle sizden uzaklaşırlar, erkekler cesurdur. Ekin seviyesinden 3-4 metre yükseklikten geçen uçağa cephe alır ve tos vurmağa kalkar.

Memleketimizde nesli tükenmek üzere olan bu ceylânlar, en emin üreme ve barınma yeri olarak bu çiftliğin arazisini seçmişlerdir.

Bir zamanlar kuş uçmaz, kervan geçmezdi buralardan. Çöl yılanı, çöl lizardı (Bir nevi kertenkele), çöl ceylanı ve arasıra da çöl develerini, çöl insanlarını görürdünüz.

Su, çölde susayan insanların, kuruyan bitkilerin, kuşun, kurdun, varolabilmesi için tek hayati varlıktır. Çölde su muayyen mevsimlerde cırcıpların, (Kış mevsiminde içinde su akan dereler) içinde bulunur İnsanların değil kuşların bile daima konup gölgelenebileceği bir tek ağaca rastlamak mümkün değildir.

Viranşehir-Ceylanpınar şosesi, Güney hududumuzda bir gediğin bitiminde sonuçlanır. Gelişigüzel, kerpiçlerin meydana getirdiği avlular, avluların bitişmesiyle küme küme kerpiç evler, önümüzdeki Ceylânpınar nahiyesi sosyal tesisleridir. Mukabilindeki Suriye şehri daha derli toplu daha çok şehri andırır. Sağ tarafta, çölde yaratılan bir vaha yazımıza konu olan Ceylanpınarı Devlet üretme Çifliğinin kuruluşu, çalışma tarzı, muvaffakiyetinden ziyade de bundan evvel yine bu sütunlarda neşrettiğimiz ‘’Harran Ovası’’ adlı yazımızda da bahsettiğimiz gibi Güney Doğu Anadolu’da ıssız ve bakire toprakların himmet gördüğü takdirde esasen fevkalade tarımsal vasıf ve iklim karakterine sahip olan bu çöllerin nasıl bir yeşil cennet haline gelebileceği ve Türkiye ekonomisine nasıl bir katkıda bulunabileceğini belirtmek içindir.

Ceylânpınar çiftliği kurulmadan önce, çiftlik arazisi bir çöldü. Tarım Bakanlığı, işçi traktör, çadır gönderdi ve ekildi, biçildi, ispat olundu ki, çölde buğday yetişiyor. İş, biraz daha ileri gitti, insanların barınacağı binalar, âlet ve makinaların tamiri için hangar tâmirhane, buğday depoları, lojmanlar, misafirhane, sinema, cami, ilkokul, ortaokul, tarım okulu ve küçük bir şehir oldu, bütün sosyal ve teknik yönüyle Ceylânpınar çiftliği.

Diyarbakır’da Bölge Ziraî Mücadele Araştırma Enstitüsünü kurduğum senelerde sık sık bu dev işletmeye gelir, onun gelişmesini muvaffakiyetlerini takip ederdim, bu güzel topraklarda susuzluk endişesi dolayısıyla çiftliğin konu olarak ele aldığı çalışma hububat ekim, müsait meralarda koyunculuktur. Tarımda tabiata bağlandığımız takdirde, siz onun esirisiniz, suyuyla, sıcağıyla, toprağıyla, taşıyla, eğer, tabiata hâkim olursanız, bazı istisnai haller hariç, tabiat sizin elinizdedir. Onu istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Bizim çölde de tabiata hâkimyetimizin tek vasıtası sudur. Yani çölde en kıymetli varlık gerek insan gerek hayvan ve gerek bitki için.

Bundan senelerce önce kurulan, numune çeşitlerini ihtiva eden bağ meyve bahçesi, Antep fıstığı lantasyonu ve nihayet zeytin semeresini verdi.

Çölde kuraklığın büyük etkisi altında bulunan hububattan başka iyi vasıfta meyvenin yetişmesi, milyonlarca dönüm olan çöle başka bir değer kazandırdı. Çölü tarım yönünden ümitvar kıldı.

Amerika’da California’da bulunduğum zamanda, böyle bir çöl görmüştüm. “India” yalnız, o çöl, kumdan ibaretti. Kolorado nehrinden yüzlerce kilometre mesafeden getirilen su bu eskibeler diyarı çölü Amerika’nın meyve, sebze turfanda merkezi haline getirmişti. Amerika’nın hurması bile buradan istihsal ediliyordu.

Bizim çölümüz, bazalt toprakların meydana getirdiği fevkalade vasıflı bir bünyeye sahip olan çöl. Ceylânpınar çiftliği misafirhanesi önünden küçük bir su akar. İşte bu su, son senelerde çölün en çok muhtaç olduğu şeyi, çöl topraklarına vererek Ceylanpınar’ında çileğin en iyisinin, soğan sarımsak, salatalık, karnıbahar, bamya, fasulye, biber, domates, aklınıza gelen binbir sebze türlerinin en kaliteli ve en lezzetlisinin pamuk, yonca, ayçiçeği, susamın en vasıflı hastalıksız ve dekara en çok alınabileceğini, tesis olunan binlerce dönümlük bağ, zeytin, Antep fıstığı, mahsûlünün ihtiyâca yettikten sonra şimdiden nasıl değerlendirilmesi lâzım geleceği fikrini bile benimsetti. Gel gör ki, sulanan arazi, onbin dönümlerle ölçülebilir, halbuki, burada devlete ve halka ait arazi milyonlarca dönümün üzerindedir.

Halihazırda, bu sahada yaşayan ve çoğu göçebe olan halkın ve hatta Türki- ye’nin âtideki mukadderatı bu toprakların sulanmasına bağlı. Bu topraklar, sulandığı takdirde, hayvanıyla hububatı, sanayi bitkileriyle Türkiye’nin kısa zamanda tarımsal cephesini değiştirecek niteliktedir. Kısa bir vade içinde kendini amorti edebilecek Fırat üzerinde kurulacak ikinci bir Keban Barajı, bu çölün her tarafını Ceylanpınar çiftliği gibi yeşil bir vaha haline getirecektir.

Bu bölgede on yılını harcamış, köyünden obasına kadar bölgeyi adım adım dolaşıp ve sosyal, tarım düzenini gayet iyi izleyen bir ziraat mütehassısı olarak yukarıda arzettiğim hususların tahakkuku İçin, bir baraj uzmanı olan Sayın Demirel'in bu baraj ve sulama tesislerine gereken önemi vereceğini ummaktayım.

Dünya 10.7.1969

Dr. Mehmet YÜKSEL