“Geçmişi anlamayanlar, Mutsuz bir geleceğin mahkûmudurlar.’’

Beden yaşım 77 ama, fikir bakımından henüz çok gencim. Medenî her yeniliğe imrenir; Gazi Yurduma yenilik getiren herkese hayranlık duyarım. Hayranlık duyduğum, Gaziantep’in tanınmış ailelerinden olan, (Arsan) ve (Çitçi) ailelerinden yetişmiş on fikir ve iş adamını bu yazıma konu yaptım.

Yukardaki kartvizite dikkatinizi çekerim. Bundan 55 yıl önce basılmış bu kartda, üstde (FERİT VE MAHMUT ÇİTÇİ) adları yazılı. Bunların altında bu isimlerin Fransızca yazılışları yer almış. En altında bir köşede (AYINTAP), öbür köşede de yine bunun lâtin harfleriyle olan yazılışı var.

Düşünelim bir kere. Fransızcanın gavurca sayıldığı o koyu taasub devrinde böyle bir kart bastırıp kullanmak ne kadar önemli bir yeniliktir? Kayın enişte bu iki müslüman tüccar o zaman böyle bir kart bastırmakla, batı memleketleriyle ticaret bağlantıları kurmuşlar; o günlerde Antep sanat ve ticaret işlerini ellerinde ve tekellerinde tutan Antep Ermenileriyle rekabete geçmişler ve Antep müslüman tüccarlarına önderlik edenlerden olmuşlardır. Bence bu davranışta, o zaman hafif tertip bir batılaşma belirtileridir.

Şimdi önce Çitçi ailesinden Gaziantep’e yenilik getirenlerle, getirdikleri yenilikleri ele alalım:

I- Mustafa Ağa - Hacı Ömer Ağa

Bu ailenin yüksek atalarından iki iş adamı, Antep’in Kale Ağası ailesiden olup baba ve dedeleri aşağıdan yukarıya doğru İsmail Ağa, Hacı Mehmet Ağa, Ömer Çelebi, Hacı Mehmet Paşa, Abdullah Paşa, Muhsin Çelebi… dir. (Hacı Mustafa Ağa) ile Abidin Zade (Hacı Ömer Ağa) ortak tüccardırlar. Dokuma ticareti ile uğraşıyorlar. O zaman Antep’te erkekler, yerli el tezgâhlarında dokunan mavi bezden; kadınlar da kırmızı bezden zubun (entari) giyiniyorlardı. Aydın kafalı bu iki tüccar bu işte bir yenilik yapıyorlar. Beyrut’tan çit (basma) getirtiyorlar. Yeniliği seven Antepliler bu cicili bicili basmalara üşüşüyorlar; Bunlardan giysi yapıp giyiniyorlar. Bu iki tüccarda halk arasında: (ÇİTÇİLER) diye isim yapıyorlar. Sonra bunların çocuklarıda, bu ticari meslek ek adını, kendilerine bir ata yadigarı gibi muhafaza ediyorlar. Türkiye’de soyadı kanunu çıktıkdan sonra bunu kendilerine soyadı olarak ebedileştiriyorlar.

II- Mahmut Çitçi

1- Karttaki (MAHMUT ÇİTÇİ)’ye dikkat edelim. Bu, niçin (Çitçi Mahmut) değilde, (Mahmut Çitçi)’dir? Halbuki o zaman meslek veya göbek ek adları hep öz adlardan önce söylenir ve yazılırdı. Meselâ: (Terzi Nuri), (Bülbül Hoca) gibi. Biz, soyadlarının özadlardan sonra gelmesi gerektiğini ancak bizde soyadı kanunu çıktıktan sonra öğrenebildik. Halbuki Mahmut Çitçi ki yukarıda bahsi geçen Mustafa Ağa’nın oğlu Mehmed’in oğlu ve şimdi Yargıtay ve Yüksek Hakimler Kurulu Üyesi Hasan Remzi Çitçi’nin babasıdır. 55 yıl önce meslek veya göbek ek adlarının, özadlardan sonra gelmesi lâzım olduğunu zekâsı ile bulmuş ve kartında uygulamıştır. Kim bilir bu davranış o zaman ne kadar yadırganmıştı?

Evet şimdide bazı resmi ad listelerinde soyadları özadlarından önce yazılıyor ama bu, resmilikten ileri geçemiyor.

2- Bundan yarım asır önce İslamların setre pantolon giymesi çok ayıptı. Pantolon giyenlere, halk: “Cebi götünde ”diye alay ederdi. Ökçesi nalçalı kundura giyenlere “Naili Eşek” denirdi. Mahmut Çitçi bu kötü geleneklerede iltifat etmemiş ömrü boyunca medeni kıyafetle yaşamıştı. Bu güzel giyside, onun yakışıklı endamına çok güzel uyardı.

3- Mahmut Çitçi ta o zaman Amerika’ya dolmalık kuru patlıcan ve (Metelik işi) denen bir çeşit Antep iğne işi süs eşyası ihraç ederdi. Bu iğne işini Antep kadınlarına metre hesabı ile işletirdi. Halbuki o zaman ülkemizde uzunluk ölçüsü arşın idi. Demek bu zat yarım yüzyıl önce milletler arazi uzunluk ölçüsünü Antep’te uygulamış ve bilimsel uzunluk ölçüsünün bu olması gerektiğini Antep’lilere hatırlatmak istemiştir.

4- Mahmut Çitçi bir tüccar olduğu kadarda bir maarifçi ve bir yardım severdi. Şöyleki bu zat:

A- Birinci cihan harbinde Antep’te (İttihad ve Terakki Cemiyeti Türktepe Birinci Ana Mektebi) onursal (fahri) müdürlüğünü yapmıştır.

O zaman Antep’te üç ana mektebi vardı: 1) İttihad ve Terakki Cemiyeti Türktepe Birinci Ana Mektebi. 2) Müftüzade Hayri Efendi Ana Mektebi. 3) Pazarbaşızade Nuri Bey Ana Mektebi. Pazarbaşı Mektebi parasızdı, mektebin bütün masrafları Nuri Bey tarafından karşılanır şehit çocuklarına da maddî yardımlar yapardı.

Haşan Remzi Çitçi Bey Türktepe Ana Mektebine ait bir hatırasınıda bana şöyle anlattı:

«Ana Mektepleri her yıl sonunda bir müsamere tertip ederlerdi. Müsamerelerde küçük piyesler temsil edilir, şiirler, şarkılar okunurdu, çocukca rakslar yapılırdı. Birinci cihan harbinde yapılan bu piyeslerden birinde kırda çiçek toplayan çocuklar tasvir ediliyordu. Ellerinde buketler bulunan çocuklar çiçekleri anne ve babalarına ve yakınlarına götüreceklerini birbirlerine söylüyorlardı. Çocuklardan biri benim annem öldü, babamda askerde, çiçeği kime vereceğim diye ağlamaya başladı. Bu esnada gözlerinde bir kıvılcım parladı. Aklına bir şey gelmiş gibi bir sevinç duydu ve buketi (Öksüzlerin hâmisi ve askerlerin büyüğüne veririm) diyerek sahneden indi ve davetliler arasında bulunan Dokuzuncu Debboy Alayı Komutanı Albaya verdi. Albay bu davranıştan çok mütehassıs oldu. Sonradan yaptırdığı bir sancağı özel bir merasimle bir bölük askerle birlikte getirerek okula hediye etti. Bu atlas ve kenarları sırma püsküllü sancağın ay yıldızının üst ve altında: Dokuzuncu Debboy Alayı Türktepe Birinci Ana Mektebine armağanıdır) yazısı vardı. Ne yazık ki bu hatıra sancak Antep Fransız harbinde kaybolmuştur.

Sancağın hediyesi için okula getirildiği zaman ilk temsil tekrarlandı. Bu defa Albayla beraber Mutasarrıfda gelmişti. Kimsenin hatırlamadığı bir hususu küçük oyuncu çocuk hatırlıyarak eline iki buket alıp gözleri parladıktan sonra (Bende buketi mutasarrıf ve Kumandana veririm) diyerek her ikisine birer buket verdi.»

B- Ittihad ve Terakki Cemiyeti Gaziantep şubesi yönetim kurulunda vazife almış ve çalışmıştır.

C- Gaziantep Meclisi Umumî (Genel Meclis) azalığı yapmıştır.

Ç- Antep’in Fransız harbinben sonra tekrar asıl sahibi Türklere geçmesinden sonra kurulan ve çok hayırlı işler gören: (Muhtacı Muavenet Asker ailelerine Yardım Cemiyeti) nin kurucularından ve yöneticilerindendi. Bu dernekteki çalışmaları ilede yardım severliğin tipik örneklerini vermiştir.

Demek ki merhum Mahmut Çitçi, ticaret saatlerinden artırdığı ve istirahatına harcaması gereken vakitlerini de yine milletin hayrına harcamak suretiyle değerlendirmesini bilen bir yurtseverdir.

III- Hacı Abdullah Efendı̇- Hacı Osman Efendı̇

5 — Yine Çitçi Ailesinden Hacı Ömer Ağa oğulları Hacı Abdullah Efendi-ki, şimdi Gaziantep tüccarlarından Ali Zeynel Çitçi’nin babasıdır. Kardeşi Osman Efendi Antep’e ilk olarak üç kamyon getirmişlerdir. Birisi siyah, ikisi sarı renkte olan kamyonlardan birisi kadiilak marka idi. Bunların tekerlekleri şimdikiler gibi şişirme değil dolu lâstiklerdi. Antepliler ilk defa gördükleri bu taşıtlara“Ataş Arabası” derlerdi. O zaman bu motorlu taşıtlar İzmir’e gelirdi. İkinci Abdülhâmit (Halkın fikri açılmasın) diye İstanbul’a otomobil sokmazdı. Bu kamyonları getirmenin bir hatırası var:

Çitçi Hacı Abdullah Efendi bu kamyonları almak için İzmir’e gideceği zaman» orada entari giyilemiyeceğini bildiği için zubunu çıkarıp, güya medeni kıyafettir diye, şalvar giyiyor, beraberine de, işe aklı eren bir Antep ermenisi alıp gidiyor. Ermeni setre pantolonlu olduğu için İzmirde her nereye gittilerse herkes ona hürmet ediyor, asıl kamyonları alacak olan şalvarlı sermayedara iltifat yok. Buna sinirlenen Hacı Abdullah Çitçi hemen orada en ağır kumaştan, en usta terziye iki takım elbise yaptırıyor, şalvarı atıp takımın birini giyiniyor, bundan sonra ömrünün sonuna kadar hep bu medenî kıyafetle yaşıyor. Demek Çitçi merhum, Nasrettin Hocanın (Ye çuhacığım ye) sözünün sırrına İzmir’de ermiş oluyor.

6- Hacı Abdullah Efendi, Antep’in batısındaki ünlü (Kavaklık mesiresi)’nin kuzey taraf bitişiğindeki o meşhur meyva bahçesinde kazdırdığı kuyu suyu ile bahçeyi sulamak için Antep’e ilk defa su motorunuda getirtmiştir. Antep’te böyle meyve bahçelerine (Haraf) derler. (Çitçinin Harafı) diye ün salan bu safalı meyva bahçesi ne yazıkki Antep-Fransız harbine sahne olması yüzünden harab olmuş, şimdi tarla olarak ekilip biçilmektedir. Merhumun torunu Abdullah Edip Çitçi de genç şairlerimizdendir. Birçok dergilerde şiirleri yayınlamıştır.

IV- Çitci Hacı Mustafa

7- Çitçi Hacı Osman Efendi’nin oğlu Çitçi Hacı Mustafa da Antep’e ilk motorsikleti, ilk elektrik dinamosunu getirtmekle atalarının getirdikleri yeniliklere iki yenisini daha eklemiştir. Hacı Mustafa Çitçi de zengindi, paraya ihtiyacı yoktu. Özel atölyesinde hep makineler üzerinde uğraşır, tecrübeler yapar, tamir eder, bunlarla avunur, teknik işlerle uğraşmaktan çok zevk alırdı, iki oğlundan biri yüksek mühendis, biride kimya yüksek mühendisidir.

V- Hacı Emı̇n Çitçi

8 - Çitçi Hacı Mustafa’nın ağabeyi Hacı Emin Çitçide birinci dünya savaşı sırasında cep feneri pilleri bulunmadığından bu pilleri Antep’de imal etmiş ve medenî bir ihtiyacı karşılamak üzere piyasaya arz etmiştir. Bunun asıl önemli olan tarafı şudur: O zaman bu piller Avrupa’da yapılıyor ve ülkemize Avrupa’dan ithal ediliyordu. Bunun yerli malzemelerle yapılmasının büyük bir teknik işi ve ehemmiyetli bir yenilik sayılması gayet tabiidir.

VI- Rüştü Hoca (Rüştü Atalar)

9 - Gaziantep’e yenilik getiren fikir ve iş adamlarından birisi de (Attaroğlu Rüştü Efendi)’dir. Rüştü Hocada Çitçi’lerin büyük atası (Çitçi Mustafa Ağa)’nın kızının oğludur. Onun için mendreseden yetişmiş bir hoca olmasına dağmen ondaki yeni fikirliği irs kanununa bağlamak yerinde olur. Çünkü (Ot, kökünün üstüne biter) Rüştü Hoca, Antep’in en büyük din adamlarından FAKİH ‘ Fıkıhcı) Hacı Mahmut Efendi’nin oğludur. O, bütün ömrü boyunca kadın hürriyetini savunmuş durmuştur. Bir milletin ilerlemesinde, yada gerilemesinde o milletin kadınlarının Büyük rolü olduğuna candan inanmıştı.

Mahkemelerdi şahitliği kabul edilmeyen, evinde dört duvar arasında mahbus, sokakda çarşaf, peçe içinde havadan, ziyadan mahrum, dünyadan habersiz, cahil bir umacıdan millete ne halır gelebilirdi? Peygamberimizin (Cennet anaların ayakları altındadır.) diye tebcil ettiği mübarek mahluk bizde, hem 20. yüzyılda neden bu kadar alçak ve değersiz görülüyordu, işte hocamız bunu hazmedemiyor, bu kötü inanışa ve davranışa haykırıyordu. Umacı kadınlarla Türk ulusu medeniyet kervanına katılamazdı.

Şimdi Rüştü hocanın özelliklerine ve Antep’e getirdiği yenilikleri gözden geçirelim:

1- Rüştü hoca, Antep matbaacılarının Piridir. Antep’e ilk defa matbaayı o getirmiştir. (Havadis matbaası) adını verdiği bu matbaada, Antep, Fransız işgalinden kurtulduktan sonra, önce (Gazi Sancak) Gazetesini, sonra da yıllarca (Halk Dili) Gazetesini yayınlamış, Antep’in aydın gençlerininde desteklediği bu gazetelerde, harbden harab olmuş, Gazi yurdun dertlerini ve meselelerini dile getiren yazılar neşretmiştir. Onun, Gazi Sancak Gazetesinde (Nişter) takma adı altında iğneleyici mizah yazıları çok ilgi çekiciydi.

Rüştü hoca matbaacılık işine küçükten» yani basitden başlamıştı Şöyleki: Birinci cihan harbinde küçük bir basım makinesi getirmiş, anadolu ajansından aldığı harb havadislerini (Ajans) adı altında, küçük el ilanları şeklinde basmış ve Anteplileri günü gününe cephelerimizde olp bitenlerden haberdar etmiştir. Bu Ajans’ın Givili adındaki ermeni satıcısının. Osmanlı ordularının zafer haberlerini müjdeleyen gür sesi hala bizim kuşağın kulaklarında çınlar.

2- Rüştü hoca teşkilatçı idi. Çocuk esirgeme, kızılay, yardım sevenler, İttihad ve Terraki Cemiyeti Gaziantep Şubesi ve benzerleri kurumların yönetim kurullarında vazife çalışmıştır.

3- Rüştü Hoca şairdi. İstiklal savaşımızın her zafer müjdesi geldikçe bunu hece vezninde bir destanla halka müjdelerdi.

4- Rüştü Hoca, Türkçü ve Türkçeciydi. Dilde özleşmenin gerekliğine inanmış ve bunu her fırsattan faydalanarak savunmuştur.

5- Rüştü Hoca hatipti. Bizde ikinci meşrutiyetin ilânında, geceleri kahve kahve dolaşır, konferanslar verir halka hürriyetin iyiliklerini anlatırdı.

6- Ikinci meşrutiyetin ilânı ile birlikte bir (Yerli mallar kullanma) kampanyası açılmış, Avusturya malı fesler yırtılmış, yerli malı külâhlar giyilmişti. Bu meyanda Rüştü Hocada Avrupa malı sarık ve cübbesini çıkartmış, başına külâh, sırtına aba, bacaklarına şalvar giymiş, aylarca bu milli kıyafetle dolaşmış durmuştur. Onun iri vücuduna bu yerli kıyafette pek kıyak yakışmıştı.

7- Rüştü Hoca, zamanının en üste bir saat tamicisi idi. Servetini alın teriyle ve emeğiyle kazanmıştı. Hocanın kızlarından biri doktor, biride orta öğretim öğretmenidir.

VII- Abdullah Efendi (Atalar)

10- Rüştü Hoca’nın kardeşi Abdullah Efendi de kendisi gibi iri yarı yakışıklı, cesir bir babayiğitti. Antep-Fransız harbinde SEMT REİSİ idi. Çete reisi idi. Cünüt Dağına gelip, toplarını kurup Antep’i bombardıman eden ve top ateşi altında askerlerini MAĞRABAŞI Cephesinden Antep’e sokup şehri işgale çalışan Fransız kumandanı Norman kıtalarına karşı, çetesi ile beraber, sağnak halinde yağan yağmur altında Fransızlarla aslanlar gibi döğüşmüş, onların şehre doğru ilerleyen bir tankınıda tahrip etmiş, düşmanı şehre sokmamış, yüz geri etmiştir. Abdullah Efendi merhumun oğlu Mahmut Atalar da yüksek mühendistir.

VIII- Ferit Bey (Ferı̇t Arsan)

Mahmut Çitçi’nin kayınbiraderi ve ticaret ortağı Ferit Bey, Gaziantep Rüştüye mektebi mualimi evveli Hacı Mustafa Efendi’nin oğludur. Hacı Mustafa Efendi Antep’te (Büyük Hoca) diye ün almış, uzun boylu, sarıklı, cübeli, alim, fazıl bir zat idi. Uzun yıllar bu rüştüyede hocalık yapmıştır. Halk tarafından da çok sevilmiştir. Ferit Beyde, Mahmut Çitçi gibi vücut yapısı güzel, sevimli, karakteri sağlam bir insandı.

Batı anlayışlı Ferit Bey, Hocazade olmasına rağmen, Antep Rüştiyesini bitirdikten sonra, Antep Kendirli kilisesi bitişiğindeki Fransız mektebine (Firer mektebine)ki şimdi bu bina (Gaziantep ilköğretmen okulu)’dur. Devam etmiş. Burada Fransızcayı, Ermeniceyi de mükemmel öğrenmiştir. Fakat: Latin harfleriyle kart bastıran, Fransızcayı, Ermeniceyi öğrenmekle, kültür ve medeniyet alanlarında batıya yönelmenin gerekliliğini anlayan Ferit Bey; batılılar yurduna saldırınca da onlara bir numaralı düşman olmasını bilmiş: Antep-Fransız harbinin yerli ve sivil kurmay heyeti demek olan (Heyeti merkeziye)’nin başına geçmiş, arkadaşları ile birlikte 11 ay tam teçhizatlı Fransız ordusuna göğüslerini siper eden çetelerimizi mahrumiyetler içinde sevk ve idari etmiş, Antep’e (Gazi)’lik ünvanını kazandırmakta büyük rol oynamıştır.

Ne yazık ki binlerce can ve mal kaybından sonra Gaziantep, açlık yüzünden Fransızlara teslim olmuş. Ferit bey de Heyeti merkeziye arkadaşlarıyla birlikte esir edilerek götürülmüş, Fransız kurmay heyetinin kararğâhı olan Gaziantep Amerikan koleji bordumunda aylarca hapsedilmek suretiyle çile doldurmuş, fakat neşesinden, metanetinden, vatanperverliğinden hiç bir şey kaybetmemiştir.

Ankara anlaşması ile Antep tekrar Türklere verilmesinden sonra, vefakâr Antepliler, çilekeş Ferit Beyin, vatan hizmeti yolunda çektiği cefaların mükâfatını ona ödemişler; ikinci ve üçüncü devrelerde iki defa onu Gaziantep mebusu olarak Büyük Millet Meclisine yollamışlardır. Bu vesile ile Ferit bey, Ankara’ya yerleşmiş ve orada hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Şimdi üç oğlundan Abdullah Ferit Arsan ile İsmail Ferit Arsan Ankara’da ticaretle meşguldürler. Doktor Hüseyin Hilmi Ferit Arsanda Ankara’da il sağlık müdürlüğünde müdür muavinidir.

Bizim Ferit beyden alacağımız ders şudur:

Batılılaşalım amma, Türklüğümüzü müslümanlığımızı kaybetmeyelim. İç dış meselerimize batılıların burunlarını sokmuyalım. İşte benim anladığım batılılaşma budur. Sözlerim yanlış anlaşılmasın: Ben bu sözlerimle, (Eskiye dönelim) demiyorum. Çağdaş uygarlık düzeyine yükselmenin, Atatürk’ün izinde yürümekle mümkün olacağını çok iyi bilenlerdenim.

Gaziantep’te yenilik önderleri Arsan ve Çitçi aileleri iş ve fikir adamlarının kısa hal tercümeleri burada bitti. Aile büyükleri hakkında bana bu bilgileri veren bu iki aile mensuplarına ayrı ayrı teşekkür ederim. Bu iki aydın ailenin bu günkü evlâtları ve torunlarıda atalarından miras olarak aldıkları şerefli mevkilerini muhafaza etmektedirler. Yüksek Hâkimlerile, Yüksek Mühendislerde, doktorlarile, şairleriyle, teknisyenlerde, tüccarlarile bu günde yine milletimizin emrinde ve hizmetindedirler. Çocuklarını torunlarımda bu kutsal emaneti titizlikle koruyacak nitelikte ve karekterde yetiştirme çabasındadırlar.

Benim bu ailelerle ne akrabalığım need menfaat ortaklığım var. Zaten öyle olsa bu yazıyı yazmazdım. Yazım kalbimin sesi, yurduma yenilik getirenlere duyduğum hayranlığımın açık ifadesidir. Her iki ailenin de geçmişleri nur içinde yatsınlar; hayatta olanlarına da esenlikler, mutluluklar dilerim.

Ş.S. YENER