Gaziantep’te cam kırıklarına (cıncık) derler, Billur bilezik, boncuk kolye gibi, elmas olmayan âdi süs eşyasına da (cıncık boncuk) denir.

Köylüler, bardak, tabak, sürahi vazo gibi cam eşyasınada (cıncık) derler.

Eskiden Antep’te şehreküstü semtinde bir (cıncıkçı mağarası) vardı. Burada, evlerde, kahvelerde, lokantalarda ve her yerde kullanılabilen züccaciyeler yapılırdı. Züccaciye dükkânları bu eşyalarla dolar taşardı.

Bu iptidaî cam fabrikasının hammaddesi cam kırıklarıydı. Bunlar parayla toplattırılır, mağarada bir fotede eritilir, çeşitli kalıplara dökülerek istenilen şey yapılmak suretile cam kırıkları değerlendirilirdi.

Burada yapılan cam kaplar tabii Avrupa’dan gelen emsâli bardak, tabak, surahi vs. gibi zarif ve şeffat değildi. Renkleri mavimtırak ve donuk, yapılanda kaba ve kalındı ama Avrupanınkilerden çok dayanıklı ve çok ucuzdu.

KATİREMBİZ

Bu fabrikada yapılan zücacî (Billur) eşyadan biride (katirembiz) denen büyük bir peynir kavanozu idi. Her bakkal dükkanında bu kavanozdan bir tane bulunurdu. Bakkallar depolarındaki küp veya tenekelerde basılı peynirlerinden bir hafta içinde satabilecekleri kaderini alıp getirip bıı kavanozdaki ayar’a (tuzlu suya) korlar, o bitince yenisini getirirlerdi.

Ağzı geniş, beli ince, hoş yapılı bu büyük peynir kabının adı bir Gaziantep Atasözüne de girmiştir. Sır saklayamayan bir insan, bu huyunu kınayanlara cevap olarak:

- “Benim karnım kanne katirembiz mi?” derdi.

Gazianteb’in Fransız işgalinden yeni kurtulduğu günlerde, Antep’te hafta da iki gün (Gazi Sancak) adlı bir gazete yayımlanırdı. O zaman Antep idari bakımından sancak, yani mutasarrıflık olduğu için bu siyasi gazeteye bu ad verilmişti.

11 aylık harpten bir harabeye dönmüş bu şehrin binbir derdi vardı. Bu dertleri dile getiren bu gazetenin bir mizah köşesi vardı. Bunun mizah yazarı nüktedan dostum merhum Derviş oğlu Sait Efendiydi, Sait hocanın bu mizah yazılarının denişmez başlığı:

“BENİM KARNIM KANNE, KATİREM BİZ Mİ?” idi. Hoca, bu yazılarıyla, o harap halinde bile şehri sömürmeye çalışan kötü ruhlulara, kötü politikacılara, çıkarcılara ver yansın ederdi. Onların döndürdükleri gizli dolapları cesaretle açığa vururdu. Onun konularına çok yakışan bu denişmez başlık benim hâla hoşuma giderdi.

OYUNCA ŞİŞELER

Bizim cam fabrikası taslağının yaptığı şişelerden biri de bayramlara mahsus eğlence şişeleridir.

Bunlar, dipleri bir balon gibi şişkin, boğazları 3 santim çapında, 30 santim uzunluğunda bir cam tüp gibi ince uzun şişelerdi daha açık bir benzetişle bu şişeler bir topuz’a ya da polis coplarına benzerlerdi ama sapları yani boğazlarını teşkil eden kısımları onlardan inceydi.

Çocuklar bu şişelerin içlerine, ağzına iki parmak kalana kadar boyalı yada sade su doldururlar, ağzını sıkıca kapatırlardı. Şişe baş aşağı çevrilince boğazdaki boşluk bir su kabarcığı şeklinde dik yukarı, şişkinliğe doğru süzülür gider, şişe normalinde tutulunca, yine bu kabarcık, dipten boğaza doğru süzülür çıkar, boğazdaki yerini alırdı ve biz çocuklar bu manzaraya bayılırdık, durmadan elimizdeki şişeyi evirir çevirirdik.

Eski bayramların gerçi, karkarı, tahtahı, fırıldak, Hacivat gibi tahata çocuk oyuncakların patlangıç, çatı patı, Azezli tabanca gibi patlayıcı çocuk eğlenceleri, salıncak, döner dolap, Höngülümhöç gibi hem çocukların hem büyüklerin eğlenebilecekleri cinsten bayram eğlenceleri cinsten bayram eğlenceleri de var idi ama bu şişe eğlenceleri biz çocukları daha çok çekerdi. Bunlar akıcı eğlencelerdi. Ben bu eğlence şişelerini bu gün bile her bayram günü hatırlar, gözlerim önünde canlandırırım.

Ben bu cıncıkçı mağarasını birkaç kere görmüştüm ama çocukluk çağındaydım. Bu zücaci eşyanın nasıl yapıldığını şimdi bütün ayrıntıları ile hatırlayamıyorum. Aklımda kalan ancak yukarıda yazabildiğim kaderidir. Belki Şehreküstü'nün, 80’ini aşkın yaşlıları bu işin teknik yönlerini hatırlarlar. Haydi bakalım folklorcu Cemil Cahit GÜZELBEY kardeş, sana yine iş düştü. Ben Ankara’da olduğum için yapamam, şu ihtiyarları sen bulda, Gaziantep folklor hâzinesinde yatan şu cıncıkçı mağrasını gün ışığına çıkart.

Bu imalathanenin kuruluş ve işleyiş tarihleri kesin olarak belli değil ama, aşağı yukarı bunu bundan 100 yıl öncesine dayayabiliriz.

Yüz yıl önce Antep’te bir cam fabrikasının kuruluşu, Anteplilerin teknikteki, sanat alanındaki kabiliyetlerinin, buluşlarının, teşebbüslerinin şaheser bir örneğidir. Herkesin yaptığını yapmak kolay ama yeni bir şey yapmak kafa ve kabiliyet işidir.

Bu ne demek? Sokaklara atılmış cam parçalarını toplat, erit, billur eşyalar yap. Bunlar kırılsın, yine toplat yenilerini yap!

Demek tabiatte eşya nasıl kaybolmuyorsa o zamanın Antebin’deki cam parçaları da kaybolmuyor, bir (Devr-i daim) şeklinde, her işe yaramaz hale gelişinden sonra yeniden işe yaratılıyordu.

Bu gün memnuniyetle görmekteyiz ki Gaziantep sanatkârları da Zeki Atalarının izlerinde yürümekte onlar gibi buluşlarda ve teşebbüslerde, kendi lerden sonra geleceklere örnek olmak. Atalarından aldıkları kutsal emaneti, evlatlarına, torunlarına miras bırakmak gayreti içindedirler. Hepisini hürmetle selamlarım.