İşgal hatıralarından:

ÇINARLI CEPHESİ BİZİ BİLİR BİZ DE ÇINARLIYI!..

Antep kurtuluşunun on üçüncü yıldönümü münasebeti ile. Ali Ünler tarafından yazılan bu yazı 25 kânunuevvel 934 tarih ve 324 sayılı Gaziantep gazetesinde intişar etmiştir.

Gazi yurdumun kurtuluşunu, Sakarya’da bir kurşunla kırılan sol bacağımın tedavisi için yatmakta olduğum Ankara Cebeci hastanesinde öğrendim. Ankara itilâfnamesini yazan Hâkimiyeti Milliyeyi okurken sevinç göz yaşlarındı tutamamıştım. Kurtarılması için tam bir sene bin bir yokluk ve felâket içinde çarpıştığım sevgili yurdum, nihayet düşmanın kirli çizmelerinden kurtulmuş, Ana yurda katılmıştı.

Sakarya’nın harp ateşi ile yer yer yanmış ovalarında, top dumanlarla sararan güneşin kirli ışıkları altında içten gelen yenilmez bir yurt sevgisinin verdiği acı bir heyecanla hem söz söyleyi hem ağlayarak bölüğümü ateş hattına soktuğum za­manlar hep bu mutlu günün doğmasını özlemiş durmuştum.

İki buçuk aylık bir tedaviden sonra yaram kapandı. İki ay tebdil hava verdiler. Gazi yurdumun kurtuluşunda bulunmak için tam 25 gün süren bin bir zorluk içinde bir kara yolculuğundan sonra Maraş’a geldim.

Fransızların henüz Gaziantep’i boşaltmamış olmalarına rağmen Mutasarrıf ve memurlarla Müdafaa-i hukuk cemiyeti şehre girmişlerdi.

Baharı imrendiren güneşli ve ılık bir kış gününde Saylavımız bay Şahin ve Dayı Ahmet ağa merhumun bulunduğu bir kafile ile ben de Antep’e geldim. Ve yirmi gün sonra kahraman Türk ordusunun Gazi yurda girişini görmekle çektiğim bütün acıları unuttum.

İşgal esnasında Antep’te kalan arkadaşlar ziyaretime geliyorlardı. Mevzumuzu hep Kurtuluş savaşı ve işgal günlerinin acı hatıraları teşkil ediyordu. Bu hasbihaller arasında bir arkadaşımın anlattığı bir vaka, hiçbir milletin tarihinde bir eşine daha rastlanmayan bir kahramanlık menkıbesi idi.

Arkadaşım anlatıyordu:

Antep’in sukutundan sonra Celâl Kadrinin mutasarrıf bulunduğu zamanda idi. Şehrin asayişini korumak için Türk ve Ermenilerden birçok polis ve jandarma yazmışlardı. Hükümetin kasasında para olmadığından bunlara resmi elbise yaptırılamıyordu. Muvakkat hükümet elbise yaptırmak için bir tedbir düşündü. Ve Pazar yerinin üstündeki yüksek kahvede çalışan tiyatro heyetine menfaate bir oyun verdirilmesini muvafık buldu.

Tiyatro biletleri bütün esnafa cebren satılmıştı. Muayyen gecede kahve binası Türkler, Ermeniler ve Fransızlarla baştan başa doldu.

Fransızların Antep işgal kuvvetleri kumandanı ile Halep de bulunan fırka kumandanları ve hükümeti muvakkate erkânı da tiyatroda bulunuyorlardı.

Tiyatroya kantolarla başlandı. Birinci kantodan sonra müzik de hava değişti. Havayı delen yabancı bir nağme bütün çehrelerde bir hayret ve tecessüs ifadesi uyandırdı. Per­de açıldı. İki elinde iki Fransız bayrağı ile bir dansöz sahneye çıktı ve bir Fransız milli marşını okumaya başladı. Fransız ve Ermeniler bu marşı alkışlarken Türklerin oturduğu sıralar seyrekleşmeğe başladı. Daha marş bitmeden Türklerin sıraları büsbütün boşalmıştı.

Bu hal orada, bulunan hükümeti muvakkate erkânının ve Fransız kumandanlarının derhal nazarlarına çarptı. Hepsi birden dışarı koştular ve dağılan Türklerin arasına sokularak niçin kaldıklarını sormağa başladılar. Türkler bu suale doğrudan doğruya cevap vermiyor, kaçamak yapıyorlardı. Nihayet içlerinden bir genç atıldı:

— Biz buraya paramızla gâvur marşı dinlemeğe gelmedik,

dedi. Bizi bunu dinlemeğe mecbur ederseniz Çınarlı cephesi bizi

bilir biz de Çınarlı cephesini biliriz. İşte gidiyoruz.

Diye kükredi ve yürüdü. Arkadaşları da onu takip ediyorlardı.

Fransızları ve hükümeti muvakkate erkânını bir telâştır aldı. Türkleri yalvar yakar tekrar tiyatroya soktular. Yarıda kalan Fransız millî marşının yerine başlayan hava bir Türk havası idi.

İki elinde iki Türk bayrağı ile millî bir Türk marşını söyleyerek sahneye çıkan dansözü Türklerle beraber orada bulunan Fransızlar da avuçları patlayıncaya kadar alkışladılar... Alkışladılar...

A. ÜNLER