Geçmiş devrin surre alaylarımı andıran hatta onlardan daha şatafatlı düğün ve çeyiz dernekleri, son günlerde gene sık sık gözümüze çarpmağa başladı.

Şurası muhakkaktır ki: sayısız paraya sahip olanlar, kolay kazanmış olanlar veya emeksiz servete konanlar, bu kendilerce yapılması zaruri manasız şenlik ve şöleni eminiz ki idrak etmeden yapıyorlar. Belki de bunu bir anane borcu telâkki ediyorlar.

Bakınız nasıl: Dokunuz inatçı katırın boynunda çanları, sırtlarında püsküllü planları üçünde üç yorgan, üçünde üç yastık, ikisinde iki çocuk ve birinde ise bir çamaşır sandığı. Yine dokuz tane dokuz aydır beraber yüzü görmemiş suratları ayar edilmeğe muhtaç sırık hamallarının bakır divan sinileri, lengerler ve yemek sahanları… şehrin bulvarından çarşı ve pazarından geçilmek suretile falanla filanın akidlerinin ilânı yapıyor. Biraz halden anlıyanlar ise; bu kadarcık eşyayı, beş kamyonla pazar günleri halkın toplu bulunduğu cadde ve park önlerinden geçilmeyi bir ay evvelinden hesap eltına alıyorlar. Bunu yapanlar derin duyguya sahip oldukları ve hesaplarında da katiyen aldanmadıklarını iddia edenlerdir. Esasen kıyafatlerinden debelli. Kırkbir kere maşallah!

Bu hal ne içtimaî ahlâka uygundur. Ne bir kaideye bağlıdır. Ne millidir; ne dini, ne bedii, ne iktisadi. Hattâ ne de bizimdir; Bu gelenek kökünden yokolsa da yeni nesle bir görenek olmasa artık.

Üzüm üzüme baka baka kararır. Gözlerin terbiyesi yalnız kendilerine faydalı olmalıdır.

Bu sophistique zihniyet, tedavi edilmeye muhtaç içtimaî bir derttir. Hem de keyfiyetçe karar altına alınmış bir devrim meselesidir…