(Bu yazı Kültür Derneği’nin, Gaziantep’in en beğendiğiniz özellikleri nelerdir? Konulu kompozisyon yarışmasında 473 yazı içinde birinci gelmiştir.)

Nerminciğim: Gönderdiğin mektubu dün aldım. Bizi Ceyhan’a çağırıyorsun. Aynı zamanda: “Şu Gaziantep’de de ne var sanki..! Oradan ayrılamıyorsun?” Diyorsun. Aman sus! Ağzın eğilir! Neler yok ki, anlatayım da sen dinle:

Yeni taşındığımız evi mahallede ziyaret etmiyen kalmadı. Bu cana yakın insanlara, yakın bulunmak cidden güzel şey. Gazianteplilerin etraflarına alâka duymaları ne iyi. Her toplulukta soruyorlar:

- Siz nerelisiniz?

- Adana’lı.

- Siz hangi taraftan geldiniz?

- Nizip’den.

Hemen şunu söylüyorlar.

- Hemşeriymişiz.

Yine bir gün durakta otobüs bekliyordum. Otobüs bekliyen hanımlar: “Siz de mi otobüs bekliyorsunuz? Birazdan gelir. Yoksa Karşıyakaya mı gideceksiniz?” diye, konuşmak için bir vesile ararlar. Yabancılara karşı yakınlık duyarlar. Bizde bir söz vardır: “Yedi kat yabancıya sahip çıkar” diye… Sanki Antep’liler için söylenmiş bir söz. Başka illerde bir saat otobüs beklesen, yanındakilerden hiç bir ilgi göremezsiniz. İşte bu büyük fark, aslâ küçümsenecek bir şey değildir.

Gaziantep’de bahar, Gaziantep’lilerin dediği gibi “tarpadak!” gelir. Çarşıda garip manâlı sesler duyulur: “Ağlama! Nergiz, güller geliy!..” Bu, nergiz satan çiçekçinin nakaratıdır. Pazarda, halde, evvelce görmediğim manzaralarla karşılaştım. Bir ara Gaziantep çarşıları yeşile büründü. Dükkânlardan marul taşıyordu. İki ay fakir, zengin herkes; bol, bol marul yer. Bir gün komşuya oturmaya gittiğimizde, koca bir sini yıkanmış marulu dağ gibi sofraya yerleştirince doğrusu şaşırdım. Kayseri’de bu kadar bol marul yendiğini görmemiştim. Ekseri illerde yalnız salata için alınır.

Yalnız marul mu ki? Burada üzüm mevsimi de bir âlemdir. Pazar, güz mevsiminin renkleriyle dolup taşar. Kavun, karpuz ille de üzüm. O kadar çeşitleri, tatları, renkleri var ki… Adana’da Aydın’da bu kadar çok çeşit görmeye ve bu kadar ucuz temine imkân yok. Üzüm çeşitlerini ve tariflerini, köfte âlemlerini, bundan sonraki mektubumda yazarım. Hattâ “Gittiğin Antep, yediğin pekmez” diye bir söz vardır.

Antep fıstığını bilmem methetmeye lüzum var mı? Dünyaca tanınmıştır. Onu burda “altın ağacı diye vasıflandırıyorlar. Tadı güzel, kendi güzel, rengi güzel. O senin gördüğün vitrindeki tuzlu fıstıklara benzemez. Tarif edemem gel de gör. Esas mühim mesele senin methettiğin ve bize ikram ettiğin Tarsus baklavasını bir Gaziantepliye ikram etsen, tadını bırak, yüzünü görünce yufka ekmekden farksız olan baklavaya elini bile sürmez. Burada baklavacılık bir hüner. Babadan dededen kalma bir mirasdır. Gaziantep baklavasının işçiliği, görünüşü, tadı dillere destan olmayı hak kazanmıştır. Bütün yurda hediyelik baklava burdan gider.

Şunu da anlatmadan geçemiyeceğim. Geçen yaz babamla Ankara’da bir Gaziantep kebapçısına girdik. Yeni oturmuştuk. Kapıdan; şişman, babayani, güleryüzlü, üç kişi girdi. İçlerinden bir tanesi garsona: “Altışar ufak, söğürmesi (fırınlanmış patlıcan), ayranı bol olsun” dedi.

Babam hemen: “Bunlar Antep’liler, samimi hallerinden nasıl da belli oluyor. Altışar ufak dedikleri de, lahmacun” dedi.

Birazda eğlencelerinden bahsedeyim. Gaziantep halkının eğlencesi de bambaşkadır. Havalar ısınmaya başlayınca “sahra” devri, kır eğlenceleri başlar. Koltuklarının altına köfte leğenini alan, sanki yaz aylarını karşılamaya giderler. Nereye? Kavaklığa, Sarı Güllüğe, Baş pınar, Fidanlığa, Alleben’e, Nurgana’ya, bağa, bahçeye, bostana… Yaz mevsimini sahra âlemleriyle geçirirler. Havalar soğumaya başlar. Yapraklar dökülür. “Gazel tepelemeğe” giderler. “İlk kar” diye giderler. Giderler de giderler. Gaziantep’liler eğlendikleri kadar çalışkandırlar da…

Her geçtiğiniz sokaktan el dokuma tezgâhlarının sesini işitmek mümkündür. Fakir evlerde haşıl sarılır. Fıstık kırılır. Gaziantep halkı; kadınlı, erkekli çalışırlar. Köylerinde de boş duran kadın göremezsiniz. Hiç olmazsa yün eğirir. Antep dokumasının sözünü etmeğe bilmem lüzum var mı?

Birkaç vilâyetde bulundum. Onlara nazaran, Antep’de çok içki kullanılır. Yalnız senin bildiğin gibi içki içerek sokağa çıkan gelen geçen kadına lâf atan cıvık sarhoşlara, sırnaşık gençlere burada rast gelmeye imkân yoktur. Bir kadın görünce büyüğü, küçüğü başını yere eğer. Şayet görmemişse, yanındakinin “kadın var” ikazıyla başlar yere eğilir. Uzaklaşıncaya kadar, hattâ konuşmayı keserler. Siz de böyle mi? Sarhoş görünce kaçacak yer ararsınız.

Ayrıca sen zannediyor musun ki, böyle koca bir şehre kolayına Gaziantep denilir. Ne yiğitler, bu şehre Gazi ünvanını kazandırmışdır. Velhasıl şirin Gaziantep’imizi görüp’de beğenmiyene hiç rasgelmedim. Hattâ Evliyâ Çelebinin yazdıklarını duymuş olsaydın, bana “Şu Antep’de de ne var sanki” diye yazmazdın.

Sana daha bir şey söyliyeyim mi, kardeş. Şayet Antep kaybolsa bana Antep bulundu diye, müjde getiren kimseye Ceyhan’ı hediye ederdim.

Sevgilerimi sunar, gözlerinden öperim.

Saadet UYGUR