-I-

Baktığım şey, akşamların, melâl dolu şiirlerin, hülya ve rüyaların ayak izlerini içinde taşır.. Kuş civiltilerînden, süzülmüş ballardan, yorgun havuzlar, durgun derelerden, çiçek, yaprak, renk, koku ve nağmelerden örülmüştür baktığım şey.. Yorgun ömürler zinde, çatlak dudaklar taze, canavar bakışlar munis, durgun hayallar deli, ummanlar nokta, katralar ummandır baktığım şeyde...

Baktığım şeyde.. Evet ah ey baktığım şey!. Bütün tezadlarm, güzellik ve kudretinle niçin göz bebeklerimde şimdi hayat, şimdi mezarsın?..

Niçin engin muhayyileler sende bir serap korkusu, ruhlar bir kurşun ağırlığı duydular?.

Niçin elmas gibi sert ve hissiz, elmas gibi munis ve şaffafsın?..

Baktığım şey.. Baktığım şeyi sordular, baktığım şeyi söyledim:

Esrar dolu, bahar dolu, kainat dolu, hayat dolu, zindan, serap, türap dolu dedim... Gök, bulut, ay, güneş, kadın, bahar, yangın, ölüm, ah, vah, var, yok, dediler...

Sordular söyledim, söyledim söylediler neler neler baktığım şeye.. Evet ey baktığım şey, niçin bazan cihan dolu renklerinle okşar ve niçin bazan İstırap tufanların, nedamet hırmanların, kendi özün, kendi canın, yoğun, varın içinde; hırpalar, yırtar, eler ve çalkar gibisin?..

Sana ey baktığım şey!.. Mücrim ilahe, mazlum bir asi, şefkat dolu bir anne, hine ve kin dolu bir mezar bile demek ne müşkül?..

Dudaklarını büze büze, içlerini çeke çeke ağladılar... Yâ Rabbi ya öldür, ya derdimi al diyenler oldu.. Istiraplarından örülmüş şiirler okuyarak içlerindeki zehiri geri dökmek istediler..

Yokluk bilmez, eyi gün ve varlık çocukları; gecelerin gözüyles baktılar uzaklardan bana bu istirap tokları. Baktılar uzaklardan imrenerek, gülüm seyerek, isteyerek buzlu camlar ardından istirap yüklü bu bahtiyarlar, bu gece gözlüler gözlerine katarak baktılar. Ağlayarak, döğünerek, çırpınarak yanarak... Göz bebeklerimin ikinci perdesinde hazırlanan son damlayı deniz sanarak..

Baktılar kuru, çatlak testilerin zehir dolu fıçılara hasretini bilmeyerek, ölsek, derdimiz olmasa deyerek...

II

Zaman, beklediğimiz bütün arzuları, tatları ve bütün şiiriyeti ile renkleri ve kokuları vakti geçmiş ve solmuş binbir renkli bir çiçek demeti halinde belki bize sunacak; al deyecek sana umduğun hayatı getirdim...

Ve tekrarlıyacak:

Ey âvâre al işte getirdim sana umduğun bütün hayatı haydi kucakla!.. Darma dağınık ve solgun sarı güller yerine mosmor ve korkunç bir sükût dolduracak zamanın kollarını.. Beyhude tekrarlanacak zamanın dudaklarında bütün hayat şarkıları, beyhude beklenecek hiçliğin mumdan heykeli söylesin, sevinsin deye..

Ey zaman, istediğimiz şiiri, umulan şarkıları getirmek için saçlarımızın akını bekleme;

Renklerin renkleri okşadığı, şiirlerin şiirlere karıştığı zamanlar ancak bizimdir...

III

Elli beşlik bir kadına bir buket verilmişti bir gün.. Ellerini uzattı, yeşil yapraklarla sarılmış canlı renkleri göksüne çekmek istediği belli idi. Arzunun kızıl gülleri dudaklarında, baharın zümrüt nefesleri burnunda bir an boğuştu hayallerle., ve ne oldu bilmem birdenbire irgildi uzanmış elleri ne baktı, bileklerinden başlayarak parmak uçlarına kadar uzanan çizgileri uğuşturdu put gibi..

Ah ne çıkar söylemekten?., Kadın duvara mıhlı çiçek de veren gitti.