Ölümsüz Atatürk’ü öğrenenler, ona gerçekten inananlar hergün dünden daha çok, hergün dünden daha güçlü, hergün dünden daha imanlıdırlar.

En büyük kaybımız O’nu göremedik, göremiyeceğiz ama o ne diyor: ”Beni görmek demek, behemehal yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi ve hislerimi anlıyorsanız, bu kâfidir.”

Tarihimiz büyük kahramanlarla doludur. Fatih’ler; Yavuz’lar, Kanunî’ler bize kaleler, şehirler, büyük ülkeler kazandırdılar. Fakat biz Atatürk’ü hepsinden çok severiz. O dünyanın en büyük kumandanı, en zeki diplomatı, en büyük inkılapçısı idi ve Milletini çok severdi. Çağdaş bir devlet kurabilmek için siyasal bir devrimin yeter olmadığını, bunun yanı sıra birçok toplumsal ve kültürel devrimler de yapmak gerektiğini çok iyi biliyor ve bu devrimleri birer birer gerçekleştiriyordu.

Atatürk inkılaplarının değişmez iki prensibi vardır: milliyetçilik ve medeniyetçilik.

Saltanatı ve halifeliği kaldırdı. Millî hakimiyeti tesis edip, T.B.M.M. sini kurdu. Meşrutî bir idareyi Cumhuriyet şeklinde tekâmül ettirdi.

Türk dilini millî olduğu kadar yeniçağ kültürünün bütün ihtiyaçlarına cevap veren mükemmel bir lisan haline getirmek için dil devrimini yaptı. Bu dilin yazıyla ifadesinde de Lâtin harflerinin lüzumlu olduğunu belirtti. Yurdu bizzat gezerek bu harflerin öğretiminde başöğretmenlik yaptı.

Soyadı kanununu çıkarttı. Şapka ve kıyafet inkılabını, Kur’anın tercüme edilmesini, din’le, dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını, medrese, tekke ve şer’i mahkemelerin kapatılmasını, garp takvimini, pazar tatilinin kabulünü, geri bir ziraat memleketi olan Türkiyenin ileri sanayi memleketlerinin kapitalist boyunduruğundan kurtarılmasını, endüstrilerin millileştirilmesini, yerli malların değerlendirilmesini, millî kredi hareketleri ve millî bankacılığın teessüsünü sağladı.

O çok yönlü yüce bir kişidir. Milletine yeni bir ruh, yeni bir hayat aşıladı. Türkün tarihinde yeni bir parlak devir açtı. O kimsenin yapamadığını yaptı. Eşsizdi. "Özgürlük ve istiklâl benim karakterimdir,, diyordu Gerçekçi idi. Hiçbir işi talihe bırakamazdı. Bağlandığı her işe aşkla, heyecanla sarılırdı. İyi kalpli idi. Kendine düşman olanlar hakkında bir gün: Ben onları affederim. Çünkü kalbim vardır. Onlar beni affetmezler. Çünkü kalpsizdirler, demişti Açık yürekli ve faal bir insandı. Atatürk kendi kişiliğini şöyle özetlemişti: "İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben; fanî Mustafa Kemal. Öteki milletin daima içinde yaşattığı Mustafa Kemal. Ben onu temsil ediyorum. Her hangi tehlike anında ben zuhur ettimse, beni bir Türk anası doğurmadı mı? Türk anaları daha nice Mustafa Kemaller doğurmıyacaklar mı? Feyz milletindir, benim değil.”

Türk kadınına karşı saygısı büyüktü. Kadınlarımıza en uygar memleketlerde tanınan kadın haklarının verilmesini sağlamıştı.

“Yeryüzünde gördüğümüz herşey kadının eseridir” diyen eşsiz Atatürk çok geniş bir mevzuu kısaca ne güzel ifade etmiştir.

Gerçekten tarihe bir göz atacak olursak, tarih sayfalarının pek çok kadın başarılarıyla dolu olduğunu görürüz ki, bu, kadının her sahada, hatta en mühimi devlet işlerinde bile erkek kadar çalışıp muvaffak olabileceğini isbat eder.

Kendi tarihimizde de Türk kadınını daima erkeğin yanında, el ele, omuz omuza çalıştığını ve ona her hususta yardımcı olduğunu görürüz. Türk kadını bunun en güzel örneklerini istiklâl Savaşında vermemiş midir?

(Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ulusunda Anadolu köylü kadınınkinden daha üstün kadın çalışması anmak imkânı yoktur. Dünyada hiçbir Ulusun kadını ben Anadolu kadınlarından daha çok çalıştım. Ulusunu kurtuluşa ve yengiye götürmekte Anadolu kadını kadar emek gösterdim diyemez.)

"Çift süren tarlayı eken, ormandan odun kesip getiren, ürünleri pazara götürerek paraya çeviren aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla birlikte şartlarıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip, açlık demeyip, cephenin savaş gereçlerini taşıyan hep onlar, hep o esirgemez, o Tanrısal Anadolu kadınları olmuştur. Bundan dolayı hepimiz bu büyük ruhlu, bu büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle sonsuzca ululayıp kutsayalım.”

Daha güvenle ve daha doğru olarak yürüyeceğimiz bir yol vardır: Büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak kılmak, Türk kadınının bilim, toplum, ekonomi, ahlâk yaşayışında erkeğe ortak, yoldaş, yardımcı ve gözetici yapmak yolu. Kadınlarımız dil yasasının öğütlediği Dinin buyurduğu bir deyimle doğruluğun gösterdiği davranışlarla aramızda bulunur. Ulusun bilim sanat davranışlarına katılırsa, bu durumu inanınız ki Ulusun en mutaassıp kişileri bile beğenmekten kendini alamaz.

(Öğretmenler Ankarada bir toplantı yapıyorlar. Toplantıya 2-3 öğretmen hanım da katılarak salonda ayrı bir yere oturuyorlar. Öğretmen hanımların toplantıya gitmelerini hoş görmeyen meclisin sarıklıları Gaziye şikâyete gidiyorlar. Gazi kızarak: “Kimmiş öğretmenler cemiyeti reisi. Çağırın onu.” Ve cemiyet başkanı Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince Ata, gürlüyen bir sesle çıkışıyor: ”Siz öğretmenler toplantısında ne yapmışsınız. Ne ayıp şey bu?” Mazhar Müfit şaşa kalıyor. Gazi’den bu hareket mi beklenirdi. Sarıklılar muzafferane gülüyor, sarıklılar neş’e içinde. Gazinin sesi hep ayni tonda devam ediyor. Olur şey değil, olur şey değil. Mazhar Müfit halâ ayakta, halâ ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışıyor. “Efendim”. Bırak, bırak ben hepsini biliyorum. Toplantıya öğretmen hanımları da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok. Türk kadınının faziletine mi? Bir daha böyle ayrılık, gayrılık görmiyeyim anladınız mı? Gülen sarıklılar inmelenmiş gibidirler. «Türk kadınının ödevi Türk anlayışı ile, gücüyle, direnciyle koruyacak ve savunacak kuşaklar yetiştirmektir. Ulusun kaynağı toplumun dayanağı olan kadın, ancak erdemli olursa ödevini yerine getirebilir.)

''Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha çok bilgili olmak durumundadırlar. Gerçekten Ulusun anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.»

İşte bu sözleriyle Atatürk, kadının en büyük vazifesinin analık olduğunu ve ilk terbiyenin ana kucağında alınacağını, kadının erkekten daha zayıf, evine kapanmaya mahkûm, hatta sokakta dahi kara peçelerin altında bu mahkûmiyeti muhafaza edecek olan bir varlık olmadığını hatırlayarak kadının ehemmiyetini bir kat daha arttırmıştır.

Atatürküm sen olmasaydın eğer bu hür hava içinde yaşıyabilir miydik? Şanlı bayrağımız böyle dalgalanır, istiklâl Marşımızı söyliyebilir miydik? Sokaklarda yabancı polis ve askerler dolaşacak, bu okul belki yabancı bir okul veya mahalle mektebi olacaktı. Kim bilir okula peçe çarşaf içinde gelecektik. Kimbilir belki de kızlar okumaz diye bizleri okula göndermiyeceklerdi.

Ankaram, îstanbulum, İzmir’im, Karsım, Edirnem, Türkiyem olmayacaktı. Türküm diye haykıramıyacaktım. Sen Türklüğü ve Türkiyeyi kurtardın. İşte senin kahramanlığın.

Yaktığın hürriyet meşalesi bütün esir milletlerin içindeki hürriyet ateşini tutuşturdu. Bütün dünyaya örnek oldu. İşte senin önderliğin.

İdam fermanını verdiler korkmadın. Yolundan dönmedin. İçe ve dışa karşı savaştın. İşte senin cesaretin.

Halifelik teklif ettiler kabul etmedin. Neyin varsa Türk Milletine bıraktın. İşte senin feragatin. Hamlelerinle milletini en medeni milletler seviyesine ulaştırdın. İşte senin devrimciliğin.

Savaşmayı en iyi bildiğin halde bütün dünyanın barış içinde yaşamasını istedin. İşte senin insanlığın...

Atatürk’üm sana taştan bir taht kurdum

Arslanları nöbetçi diktim kapısına

Mehmetler gibi, Hasanlar gibi huduttaki

Kayaları parçalarım, taşları kestim

Varsın patlasın avuçlarım, kanasın parmaklarım

Dağları dile getirdim

Tarihleri dize getirdiğin gibi.

İlk senin resmini tanıdım

Senin ismini yazdım

Sevgini kazandım, ülkünü kazdım

Kalbimin ta içine

Yazınla okudum.

Seninle anladım vatan nedir

Vatan benden ne ister

Ninem de gönüllüydü sana benim gibi

Annem de, babam da

Onlardan dinledim şarkını

Allahıma emanettir Kemal’im

Çakmak çakmaktı gözlerim harplerini anlatırken öğretmenim

İleriye bakmayı öğrendim devrimlerinden

Yas denizine battım yarıya inen bayrakla Gidişinden

Ağladım, alev alev sesini duyunca eski plâkta

Ne mutlu Türküm diyene

Ne mutlu ben seni gördüm

Söz verdim sana, yoluna can koydum

İşte sundum

Anıt kabri.