Cumhuriyetin ilanından sonra “Atatürk İnkılâbı” adını verdiğimiz yenileşme ve garplılaşma yolundaki kararlar sırasiyle birbirini takip ederek, Atatürk, bu milletin gerçekten kurtulması ve çağdaş medeniyet seviyesine erişmesi için gerekli gördüğü yenilikleri TBMM’nin kararlariyle birer birer gerçekleştirme yoluna girerek, kahramanca bir cesaretle bu yolda şaşmadan ve sonuna kadar yürümüştür.

3 Mart 1924 Halifelik kaldırıldı. 1 Mayıs 1924 de devlet içinde ayrı bir devlet yaratmak demek olan Şer’iye mahkemeleri kaldırıldı. 17 Şubat 1926 da Türk medenî kanunu kabul edilerek asırlardan beri bizi medenî dünyadan ayıran farklar ortadan kaldırıldı. 10 Nisan 1928 de devletin resmî dinine ait fıkra kaldırılmak suretiyle yeni Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının

Laikleştirilmesi tamamlandı. Bu arada 3 Mart 1924 de kabul edilen bir kanunla, medreseler lâğvedilmiş, öğretimin münhasıran milli olmasını istediği için “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ilkesine uyarak öğretimi lâikleştirmiş, yabancılarla azınlıklar çocuklarının da Türk okullarına devamı imkânını sağlamış, okullarda din ve mezhep kavgalarına son vermiştir.

Batı medeniyeti topluluğu içinde eşit haklara sahip bir üye olabilmemiz için hayatımızın her safhasında çağdaş medeniyete uymaktan başka çare olmadığına inandığından yeni nesilleri yetiştirecek Türk analarını karanlık odalarından ve kılıklarından kurtararak hayata ve güneşe kavuşturmanın şart olduğunu söylüyor. Türk kadınının, yurdun düşmandan temizlenmesinde olduğu kadar medenî kalkınmasında da erkeğinin yanında vazife almasını zaruri buluyordu. 1926 da kabul edilen Medenî Kanunumuz, devlet önünde kadınla erkeğin her bakımdan eşitliği esasına dayanıyordu. 1930 da kabul edilen Belediyeler kanunu ile de Türk kadınına ilk defa olarak seçmek ve seçilmek hakkı tanındı. 5 Kasım 1934 de kadına milletvekili seçmek ve seçilmek hakları da tanınarak bu büyük inkilâp son merhalesine getirilmiş, Türk kadını, medeni milletlerin çoğundan daha ileri haklara sahip bir hale gelmiştir.

24 Ağustos 1925 de Kastamonu’da, halkı, elinde tuttuğu Panama şapkasiyle, başı açık selamlıyan Atatürk, orada ve İnebolu’da söylediği tarihi nutuklarla medenî insan olmak için medenî kılıktan korkmamak gerektiğini, başına giydiği şeyin adı serpuş değil şapka olduğunu söyledi. Bunun üzerine büyük önderine uyan halk, memleketin her yanında türlü acaip serpuşları bırakarak, şapka giymeye başladı. Gerilikte direnenlerin umumî ahengi bozmaması için de 25 Aralık 1925 kanunu ile Türkiye’de fes, kalpak ve benzeri başlıkların giyilmesi yasak edilmiştir.

Fakat bu ileri ve medenî kalkınma kararlarını, menfaatları icabı hoş görmeyen yobazlar, memleketin dört bucağında tarikatler yoluyla halkı zehirlemeye, yeni hükümet ve onun eşsiz önderi aleyhinde menfi propagandalarda bulunmaya başlamıştı. Bu yüzden yer yer ayaklanmalarda oldu. Bunun üzerine, Atatürk’ün isteğine uyarak TBMM 30 Kasım 1925 de verdiği bir kararla tarikatlerle tekkelerin kapatılmasını kararlaştırdı.

Bu arada memlekete yaptığı hizmetleri çekemeyenlerin hazırladıkları bir suikast teşebbüsü daha tasavvur halindeyken meydana çıkarılmıştır. (15 Haziran 1926)

26 Haziran 1927’de İkinci Büyük Millet Meclisi devresini tamamlayınca, Cumhuriyet Halk Partisinin umumî kongresi toplantıya çağrıldı. 15 Ekim 1927’de toplanan kongrede Atatürk Milli Mücadele haraketini başından sonuna kadar izah eden meşhur nutkunu tam 36 saatte okumuştur. Türk gençliğine o müessir hitabesiyle sona eren bu nutuk, kaleminin de kılıcı ve inkılâpçılığı kadar kuvvetli olduğunu gösteren parlak bir vesikadır.

9 Ağustos 1928’de Sarayburnu parkında söylediği nutukla harf inkılâbını millete ilân eden Atatürk, okuma yazmanın memlekette gelişmesine asırlardır engel olan Arap yazısını ortadan kaldırarak yerine bugün kullandığımız ve 14 yılda kültürümüzü bir asır ileri götürmüş olan lâtin harflerini memlekette yerleştirmek için bütün milleti seferber etti.

Bu tarihten sonra gerek dil, gerekse tarih sahalarında eski ümmetçi görüşün yerine milliyetçi anlayışın yerleşmesi için ölünceye kadar çalışmaktan geri durmamış, bu maksat uğrunda Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarını meydana getirerek vasiyetnamesiyle de servetinin bir kısmını bu kurumlarm ebediyen yaşayarak millete hizmet etmeleri için vakfetmiştir.

Türk Dilinin yabancı kurallardan tamamiyle ve yabancı sözlerden imkan ölçüsünde ayıklanması gayesini güdüyor, tarih sahasında ise Osmanlı padişahlarının meddahlığını yapan eski sakat yol yerine,Türk milletinin en eski çağlardan bu yana dünyanın her tarafına yayılarak başardığı büyük işlerin toplu ve sistemli bir şekilde anlatılmasını hedef tutuyordu.

Mustafa BAYDAR