Yazı; Cennet-ül firdens’e dönmüştür bugünler aynitap

GAMİ

Fotoğraf: Yeşil kavaklıktan bir görünüş.

1910 yılında İstanbul’daydım. Fatih dolaylarında dolaşırken bir müderrisle tanıştık, O sordu:

— Nerelisiniz.

Ben cevap verdim:

— Antepliyim.

— Şair Hasırcı oğlunu tanır mısınız?

— Tanırım.

— Mütercim Asım’ı, Münif Paşa’yı, Ayni’yi de tanır mısın?

— Hepsini de iyi tanırım.

— Antep’te niçin bu kadar çok şair yetişir?

— Antep çok güzel bir şehir, güzeli çok olan bir şehirdir de onun için,

Antep’te tanıştığım bir Amerikalıya sordum:

— Niçin gözlerinize siyah gözlük takıyorsunuz?

— Antep çok aydınlık bir memlekettir, gözlerim kamaşıyor da onun için.

Sayın Milletvekilimiz Ömer Asım Aksoy, bu dergimizin bir sayısında (Gaziantep hakkında söylenenler) başlığı altında Antep’in güzelliği hakkında bugüne kadar söylenmiş, yazılmış şeylerin hepsini bir araya topladı. Benim onlara şimdilik ilâve edecek bir sözüm yok. Yalnız vaktile bazı cahil coğrafyacıların, halis kan bu Türk memleketine:

(Arûs-i Arabistan), yani; (Arabistan gelini) sözünün ilk kelimesi yanlış olmuş Evet gelin ama, Arabistan gelini değil, Anadolu gelinidir.

Yeni adı: (Güney İncisi) ona daha çok yakışır. Kırmızı toprak üstünde ki yeşil yaprakları, tevir türlü çiçekleriyle şair Antep’i, yedi cennetin en haşmetlisi olan (Cennet-ül firdevs)e benzetmesi de yerinde bir teşbihtir. Antepliler bu memleket için: (Cennet ya Antep’in altında, ya üstünde) derler. (Bu da âlâ bu da hoş. Bu da bu gönlüme uygun bir buluş.)

Güney illerini teftişe, tedkike gelen kimseler, yazın hep Antebi merkez olarak seçerler. Çünkü burası Hasırcıoğlunun:

“Ne pire var, ne ivez var, ne de bir sivrisinek*

mısraile ifade ettiği bir yerdir. Burada yazın fazla sıcakları, kışın fazla soğukları insanı rahatsız etmez.

Mütercim Asım gibi , Türkiye çapında büyük bir Anteplinin

Kalmadan hâk-i mezellette hemen ey. Asım

Azim-i suy-i semâ sâyi Sitanbul olalım, beytindeki hâk-i mezellet le kastetmek istediği toprak her halde Antep toprağı değildir. Çünkü Antep toprağı hâk-i mezellet değil hâk-i mübarektir. Eğer öyle olmasaydı Antepliler, Antep - Fransız harbinde altı bin evladını bu topraklar için kurban eder miydi. Ve bir o kadar da kol bacak verir miydi.

Asımın gökle beraber tuttuğu İstanbulun Marmarası varsa, Antebin de yeşildeniz!; Beylik yazısı var.

İstanbul’un Kâğıthanesi varsa, Antebin de Alleben’i var.

İstanbul’un Karakulak suyu varsa,

Antep’in de İncili Pınar’ı var,

İstanbulun Erenköyü, Heybeli adası varsa, Antebin de Nurgana'sı, Hacar’ı, Bebirge’si ve benzeri zümrüt köyleri var.

İstanbul’un Boğaziçi varsa, Antebin de Oğuzeli ilçesi var.

Bu İlçenin içinden akan coşkun derenin iki sahilindeki saatlarca uzanan yeşil manzara da boğaziçi manzarasından daha az çekici değil.

Pazar günleri halkın bu mesirelere nasıl bir tehalükle taşındıklarını, buralarda nasıl eğlendiklerini görmek cidden eğlenceli bir şey. Kavaklıktaki yarımadaların yeşil ve papatyalı halıları üzerinde kuzularıyla koşuşup oynaşan çocukların neşele.i insanın için güldürür. Bir tarafta köfteler yoğurulur, bir tarafta kebaplar çevrilir. Gramofon nağmeleri, saz sesleri, şarkı türkü sedaları sabracıların uğultusu öyle tatlı bir koro, öyle tabii bir senfoni ki. Hem de bitmemiş senfoni değil, bitmiş senfoni. Hatta dünyasını bitirmiş senfoni.

Hele bülbüllerin Sarıgüllükten bu senfoniyi selâmlamaları, bu da başka bir âlem. Ne güzel memleket, ne neşeli halk ya rabbi!