(Geçen sayıdan devam)

Ayneye yalnız Dolihe İlahesine bir ala geyik veren resimlerde tesadüf edilmiyor. Bazı defa da kendisine bir dişi geyik veren resimlere de rast geliniyor.

Bu alameti farika (îsis) mezhebinden istiare etmiş bir vasfı, zaruri bir surette gösterdiği gibi aynede Juonun en eski süsünü teşkil etmesi lazım gelir. Ve aynı zamanda yapılmış olan pek eski Kommajen kabartmalar da elleri arasında bulunuyor. Kommajene (Maraş civarında bulunan cenaze alaylarını gösteren sütunlar ekseriya bir yemek sofrası önünde durmuş bir ilahe yahut ilahlaştırılmış ölü bir kadını gösterir.

Fakat en kati kararı vermeye mü­sait bulunan abideler son zamanlarda (Zincirli) de bulunmuş olanlardır. Çünkü ortada ayne Teşubun vazifesinin vasfı mümeyyizidir. Bu sarayda çıkan ve ayakta duran iki heykelden Berlin hafif kabartmasına daha benzerlerini bulmak kabil değildir.

Orada ilah, başında ikili, ensesinden inen bukalı uzun saçlar ile süslü ve iki başlı balta ile ok demetini tutarken ilahe de başında calathos ile arkasını örten uzun bir örtü ile mestur olduğu halde sağ elinde yuvarlak aynesini tutarken görülmektedir.

İşte bu suretle ilahi çiftin temsili bin yahut bin iki yüz sene kadar fasıla ile aynı unsurları muhafaza etmiştir.

Zincirli ilah ve ilahesi bu yerden uzak olmayan bir yerden Dolihe mabedinden Roma Lejyonlarının alıp Avrupa kamplarına getirdiklerinin tıpkısıdır. Her iki tasvirin manzarası bilhassa ilahelerini garp sanatının tesiri altında de­ğişmiştir. Fakat ananesini her halde dama mevsuk bir membadan alan Roma Doichenien mabetlerinden birisi daha büyük bir itina ile bu ilahların menşelerini gösteren barbar kostüm ile bineklerini muhafazaya çalışmıştır.

Halep şehrinden Şam üzerine nakledilen güzel bronz geyiğin bu mezhebe sokulmasını Greco-Romen zamanına nakletmek lazım gelmektedir. Son zamanlara kadar ala geyiğin muhafaza edilmiş olduğu Kommajene ve Cyrrhestique dağlarını gölgeleyen ormanların kraliçesi (Junon Doliçhenen) olmalıdır. İlaheye bir dişi geyik yerine bir ala geyik verilmesi keyfiyeti hiç şüphesiz ilahe ile kendisine verilecek hayvanın cinsiyetini tevafuk ettirmek hususunun nazarı itibaren alınmadığı bir tarihe kadar çıkarmak lazım gelir.

Nitekim Pessinont ile Hiyerapolisin ilahelerinin arkadaş olarak dişi Arslan değil daima erkek bir Arslan verilmiştir. Ekseriya öğrenildiğinin hilafına olarak bu ilahların, hayvanların mabedinden istihale eylememiş olduklarını daha vazıh gösteren bir hal yoktur. Onları daha ziyade vahşi tabiatın sahipleri, yırtıcı hayvanların kraliçesi sayarlardı. Bunlar, daima kuvvetlinin yani erkeğin galibi olarak gösterilmekle bu fikir daha iyi ifade edilmiş olmazdı. Ancak nispeten daha sonralara ait sembolizmin ilahi vasıfları istila eylediği zamandır ki ilahenin de hayvanı kendi cinsiyetine çevrilmiştir.

Astartanın îsfenkisine, Nemesis’in ejderhasına memeler ilave edildi. Doliche İlâhesi bir dişi geyiğin hatta bir defa da dişi Arslan üzerine konuldu. Fakat bütün bu tertipler tasvir yaratıcılığı üzerine tesir eden fikirlere tamamı ile gayri sadık bir ifadeden başka bir şey eklemez.

Büyük ilahenin ala geyik ile iştiraki Doliche mıntıkasına münhasır değildir. Sahildeki Laodise paraları üzerinde iki tarafında iki ala geyik bulunduğu halde havaya balta sallayan ve kendisini bir kalkanla müdafaa eyleyen bir ilahe görünür. Bu ilahede Porphyr’in nakil eylediği ve orada ala geyiğin kurban edilmesini terviç eden bir metindeki Athena’nın timsalini kabul etmek lazımdır. Pausanias’ın da hiç şüphesiz (Artemiz Braurnia) olarak zannettiği de budur.

Filistin’de ki (Neapolis) paraları da buzağılı bir ilahın refikası Jonun Dolichenien gibi- olması çok muhtemel olan ve başında bir ala geyik bulunan bir ilahe tasvirini taşırlar. Ayni suretle ne yazık ki asıl menşei tamamı ile malum olmayan Anadolu gayet güzel bir mühür. (Cachet) Dolichien ilahesi gibi dallı boynuzları olan bir geyiğin üzerinde bir ilaheyi gösterir gibidir.

Fakat bütün bu misallerden hiçbir (Lidya) tapınaklarından çıkanların şöhretine varamaz. Daima yanında bir geyik bulunan Artemis D’Epheseein timsali ile Meoni dağları ve (Tmol) tepesinin eteklerinde bulunanlar gibi

Ala geyik Fledelfiya Grand meternik mezhebine çok yakından bağlı görünmekte ve kula civarında gieulde de bulunan şutunda beraber bulunmaktadır. Meandr ile Meonie’den uzak olmayan Phrygie deki Mossyna’da bulunan şutundaki ilaheye de refakat ettiği görülüyor.

GAZİANTEP KALESİ

Bu yazı Gaziantep il Radyosunda yayınlanmıştır.

Kalemizin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmiyorsa da yeni, yeni buluntular ve araştırmalardan anlaşılıyor ki Etiler, devrinde som kaya üzerine bina edilmiştir.

Bay Hikmet Turhan Dağlıoğlu'nun yazdığına göre Milattan önce 13’üncü asır dan yedinci asra kadar Antep Hititlerin kuvvetli merkezlerinden biri idi.

(Geçen Sayıdan Devam)

Antep kalesi tamamı ile bir Hitit eseridir. Çünkü Hititlerin ve medeniyetlerinin mühim vasıflarından biriside bu milletin askeri yapıcılığına verdiği kıymettir.

Hitit, Asuri, Arami, Iran, İskender, Roma, Bizans, Arap ve Türk ordularına yol kavşağı olan Antep, on ikinci ve on üçüncü yüz yılda Haçlıların, Frankların akınlarına, Ermenilerin hücumuna karşı gelmiştir. O zaman burası mühim bir kale ve ticaret şehri idi.

Bu suretle temeli Hititler tarafından atılan Antep kalesi altıncı asırda Bizans imparatoru Lüstinanus tarafından tamir ettirilmiştir. Antep kalesi 1920-1921’de olduğu gibi 14’üncü yüzyılda da mühim savaşlara sahne olmuştur.

Meşhur tarihçi Antepli Aydi Efendi o devirde Antep’in Menteş adında birisinden çektiği sıkıntıdan ve kalede mahsur kalan halkın ıstırabından acıklı bir dille bahseder, işte o müdafaa da sonuna kadar merdane ve kahramanca olmuştur. İki müdafaa arasında geçen 530 yıla yakın bir zaman bize Antep halkının ruhundaki istiklâl ve kahramanlık duygularının arttığını göstermiştir. Ve işte bunun işindir ki Antep tarihinin ehemmiyeti büyük ve ulvidir.

Ve yine Hikmet Turhan Dağlıoğlu’nun yazısına göre Antep şehri Hitit veya Fraun ordularının daimî bir mücadele yeri olduğu için Hititler Antep’te mühim bir kale yapmışlardır. Bu kaleyi sonra Asur, İran, Roma, Bizans Mısır ordusu kullanmış ve en sonra Mısır memlüklerinden Melik Eşref Kayıtbay tarafından 855’da tarihinde tamir ettirilmiştir.

Bugün bu kitabe Antep kalesinin güneye bakan kapısında görülmektedir. Bu hesaba göre Antep şehri 3200 yıl önce yapılmıştır ki, buna ait bir bilgiyi de gelecek bir yazımızda yine bu sayfalara aktaracağız.

Yine Hikmet Turhan Dağlıoğlu Antep ve Antep kalesi adlı eserinde şöyle demektedir:

Bu kale bir kaya üzerine yapılmış olup etrafı derin ve geniş bir hendekle çevrilmiştir. Doğuya bakan büyük bir cümle kapısı var. İçeri girildikten kale muhafızlarına ait sağlam binalar görülürdü. Buradan da güneye doğru bir kapı, asıl kale ile muhafızlarının oturmalarına ayrılan binayı birbirine bağlayan köprüye götürür. Bu kapının üzerinde bir kitabe vardır. Bu kapının hemen altında hendeğin alt düzlüğünde batıya doğru bakan oyma bir kapısı daha vardır.

Buradan evvela kalenin altına doğru giden kayadan oyma ve muhtelif yönlerden iki dehliz vardır ki bunlarda iki suda son bulurlar. Bu sulardan birisine acı su, diğerine ise tatlı su denmektedir.

Kalenin üstündeki büyük kapının tatlı suya indiği söylenir.

Bu dehlizlerden her ikisi de gayet karanlık olup, ışıksız yürüme imkânsızdır. Bu kapıdan yukarıya doğru iki yol daha vardır ki tırmanarak birisi yan tarafa döner, yer yer çöküntüler vardır. Şimdi ise bu yollardan gitmeye yürümeye imkân yoktur. Bu yollardan birisinin kale muhafızlarının bulunduğu yere gittiği ve birisinin yukarı çıktığı besbellidir. Kalenin kuzey tarafındaki meyilli yüz ise som kayadan olup, diğer tarafları toprakla doldurulmuş ve üstü burara keymuh denilen sert taşla döşenmiştir.

Bu düzlük haricinde her taraftan hendeğe hâkim olmak üzere muntazam aralıkla yarıklar vardır. İç tarafa muhafızlara mahsus boşluk kalenin bütün çevresini dolaşır. Kalenin üst kısmında duvarlarda çıkıntı yapan burçlar vardır. Bunların çıkıntısı 3 ila 4 metredir. Yük sektikleri 10 enleri ise 6-7 metredir, Her iki burç arası tahminen otuz metredir.

Üstündeki evlerin harabeleri hala görülmektedir. Ayrıca bir hamamı, bir cami harabesi vardır. Köprüden geçilip kaleye girildiği vakit geniş ve yüksek bir dehlize rastlanır. Bu dehlizin dibinde köşede duvarın içine girmiş hücreye benzeyen bir yerde İmam Gazalinin türbesi (oturduğu yer) vardır.

Tüzünlerden (Hasırcı zadelerden) Mustafa Fehim efendinin el yazması bir defterinde ise Kale hakkında şu bilgiler vardır:

«Bazı ihtiyar ve pir fanilerin hikâye ettiklerine göre kalenin kapısı doğu tarafında iken, İslamlar tarafından zapt edildikten sonra bir hediye olmak üzere güneye çevrilerek tekrar yeniden yapılmıştır. Ve kalenin içinde meşhur Ulemadau İmam Gazelinin makamı vardır. Acı suyun derinliği on beş kolacı geçer. Ağzının büyüklüğü üç metre yükseklikte ve bir buçuk metre genişlikte sature adı verilen bir kuyusu vardır. Ve bir mescidi ile mahzenleri ve zindanı ve hamamının harabeleri vardır. Ve taş kayadan oyma ve yapılma iki yüz elli adet merdiven ile inilir hazmı güç ve gayet ağır bir çukur içerisinde gidişi, gelişi belli olmayan bir suyu vardır.

Bu kale içerisinde dizdarlara mahsus olup vaktiyle mamur ve mevcut olan konak ve saraylar bugün tamamıyla harap olmakla kargalara bir yuva olmuştur. Mustafa Fehimi Efendi seksen yıl evvel Antep kalesi hakkında yazdığı el yazması bir defterinde böyle yazmakta.

Derleyen: M- Oğuz GÖĞÜŞ

(DEVAMI GELECEK SAYIDA)