Dergimizin bundan önceki 56 ıncı sayısında aziz dostum Cemil Cahit Güzelbey’in (Gaziantep tarihinde ayaklanmalar) başlıklı çok ilgi çeken bir yazısını okudum. Antep’te 9 defa ayaklanmadan bahseden bu yazı şu satırlarla bitiyor:

(Tanzimat fermanından sonra Antep’te ihtilal oldu mu? Bildiğimizden birisi 1908 de bir kaymakam, diğeri’de 1957 de bir Vali aleyhine olan iki kıyamdır. Bunlardan birincisinin hikâyesini o devri yaşayan ve hala hayatta olan ağabeylerimizin kaleminden bekliyoruz. İkincisinin şahsen içinde yaşadım. Bir hayli notlarım var. Ancak yayınlamak için vakit henüz gelmedi.)

1908 Ayaklanmasını yaşayanlardan biri de ben olduğum için bu hikâyeyi de ben anlatayım:

10 Temmuz 1324 (23.Temmuz.1908) de yurdumuzda mutlu bir inkılâp oldu, ikinci Meşrutiyet ilân edildi. Millet, ikinci Abdülhamit’in istibdadından kurtulmanın sevinciyle, aylarca coştu duurduu. Hürriyete susamış halk ve aydınlar, ülkenin her tarafında mitingler yapıyor, halk hareketleriyle, müstebit memurlar iş başından ve hükümet kapısından atılıyorlardı.

Bu mitinglerden birisi de Meşrutiyetin ilânından bir gün sonra şehrimizde yapıldı. Mitingi hazırlıyanlar: Antep’e sonradan gelip yerleşen Avukat Ali Rıza Bey ile yerli ve belli ailelerden Mennan zade Mustafa bey idi. O gün bir dellal halkı mitinge davet etti. Az bir zamanda, şimdiki Lise binası bitişiğindeki (Zerdalilik] denen yerde muazzam bir kalabalık toplandı, bu topluluğa şehirdeki azınlıklarda katıldılar.

Avukat Ali Rıza bey ateşli bir hatipti, sakallı idi, esmerdi, simaca Namık Kemal’e çok benzerdi. Zerdalilik’te hitabet kürsüsüne çıktı. Topluluğa hitap etti. Meşrutiyetin bir halk idaresi olduğunu ve bir çok iyiliklerini, mitingin âdâb ve erkânından halkın anlayacağı bir dil ile bahsetti ve güzel bir ders verdi. Sonra önde Türk bayrağı olduğu halde bu topluluk (yaşasın hürriyet, yaşasın adalet, yaşasın müsavaat, yaşasın uhuvvet) avazeleriyfe coşkun bir sel gibi, bu günkü Atatürk Bulvarı yolu ile şehre doğru yol almaya başladı. Bu sırada yol uğrağındaki bazı müstebitlerin kapıları önlerinde de durarak, onlarla hesaplaştıktan sonra, Suburcu Caddesinden geçerek şimdiki Karagöz Camiinin yakınında bulunan o zamanki eski hükümet konağına geldi dayandı.

Heyet içlerinden seçtikleri bir ekibi kaymakamın odasına yolladı. Bu ekip, İstibdadın mücessem bir timsali olan ve devrinde bir çok Anteplinin canını yakan kaymakam Necmettin beyi kaymakam sandalyesinden aidi ve topluluğun eline teslim etti. Bir başı Emirali hanındaki kalabalık kaymakamı karga tulumba ettiler, vura vura hanın önüne kadar getirdiler.

Kaymakamın linç edileceğini anlayan, Emirali hanı müsteciri (Hancı Ali efendi) adındaki merhametli bir vatandaş kaymakamı zorla halkın elinden aldı, hana tıkadı, kapıyı kapattı ve kaymakamı ölümden kurtardı.

Ali efendi bu hareketiyle hem kaymakama iyilik etmiş oldu, hem de Antep halkını bir kaymakamın kanına girmek-gibi tarihî bir lekeden kurtardı. Böylelikle akıllıca başlayan ve akıllıca biten bu halk hareketinin verdiği ceza da akıllıca oldu ve kimsenin burnu kanamadan miting de medenî bir şekilde sona erdi. Yöneticiler, hareketi çok güzel idare ettiler.

Bu miting de hürriyet sevinciyle, birbirleriyle kucaklaşan, öpüşen ve ağlaşan hürriyetseverlerin o kutsal manzaraları hala bütün canlılığıyle hayalimde yaşar ve içimi ürpertir. Bu hareket gününün gecesi Avukat Ali Rıza bey ile Mustafa Mennan. Beye Halep valisinin bir telgrafıyle evlerinden yataklarından alındılar. İhtilal çıkarmak suçu ile elleri kelepçeli olarak Halebe sevk edildiler. Orada I0 gün kadar mahbus yattıktan sonra, Antep ittihat ve Terakki Cemiyeti Yönetim kurulunun teşebbüsü İle kurtarıldılar ve Antep’e döndüler. Bunun üzerine Ali Rıza beyin adı halk arasında (Hürriyetçi Ali Rıza) oldu.

Ne yazıkki, sonradan, yanılmazsam 1911 de bu hürriyet kahramanı Ali Rıza bey, bir meseleden, 3 yıl hapse mahkum oldu ve mahkumiyetini Antep cezaevinde tamamladı.

Fotoğraf 16: Kaymakam Necmettin bey tarafından Gaziantep’te yaptırılan kırkayak bahçesini 23 Nisan 1930 tarihinde bir bayram günü görünüşü

KAYMAKAM NECMETTİN BEY NASIL BİR ADAMDI?

Necmettin bey Arap’tı, Suriyeliydi. Abdülhamit idaresi ölçülerine göre, iyi bir idareci idi. Halka göre ise keyfine düşkün ve çok mürtekip bir idare amiri idi. Gaziantep’in en güzel bir yazlık gazinosu olan (Kırkayak bahçesi) ni o yaptırdığı için buranın resmi adı (Necmiye) idi. Fakat Türklüğün bir sınır kalesi olan Antep ve onun Türk oğlu Türk halkı, Arapça (Neciye) sözcüğünden ne anlardı? Halk buraya hemen (Kırkayak) dedi bunun sebebi de bu bahçenin ihata duvarının demir parulaklıklarının tutulduğu kırk tane gayet şık sütünden ibaret olmasıdır.

Kırk ayak, sevimsiz ve zararlı bir sürüngenin adıdır ama bu bahçenin güzelliği bu adın kırk ayak sürüngeni adı olmasını unutturmuştur.

Necmettin bey, yaz mevsimlerinde her gün daire müdürleri, meclisi idare azaları ve yakın dostları ile, akşama yakın bu bahçeye gelir, belediye bandosunun bahçede çaldığı güzel havaları dinleye dinleye ve temiz havayı teneffüs ede ede yer içer eğlenirlerdi. Fakat keyfine doymadan meşrutiyetin ilân edilmesi onun keyfine pas verdi.

Kaymakam Necmettin bey, hürriyetin ilânı anında Antepte istibdat idaresinin en büyük temsilcisi olduğu için, hürriyete susamış ve asırlarca keyfi şekilde’ idare edilmiş halk kütlelerinden, iyi bir dayak yedikten sonra Antepten gitmek zorunda kaldı. Namık Kemal'in dediği gibi: (Milleti kurban edenler, Millet’e kurban olur)