Alleben kıyılarında gün ağarmadan bir saat önce, Kavaklığın üstüne derin bir sükut gelirdi. Tuna gözü rengi suyun yüzünde bir dal kırığının, gerisindeki su kırışığını otlar, kıyıdaki sazlara takılı kalırdı. Ötede, sazların arasında suya atlayan yeşilli kırlı bir kurbağanın şıpırtısı, bir yağmur kuşunun uykulu, kısık sesine karışır kalır, sönmeye yüz tutmuş ayın sudaki gümüşi pırıltının titrek şavkını yalar geçer, sonra ortalık tekrar sessizliğe bürünürdü.

Gün ağarırken Dülüğün yeşil yamaçlarına pembe ışık vurduğunda Kavaklıktaki diz boyu çimenlerin üzerindeki çiğ damlaları, pembeli, yeşilli, mavili parıldardı.

Az sonra Sarıgüllüğün üstüne süt akı bir pus çöker, boğulcan ağaçların sivri doruklarını çatal kuyruklu, cıvıl cıvıl kara kırlangçlar yalayarak uçarlardı.

Ya gün batışında. Fidanlığın üstünde göğe ibrişimle asılı duran bir yığın karşı bulutun, kaysı kurusu rengi koyulur, koyulur o saat vişne kızılı renginde yanar tutuşurdu. Kavaklık’a çöken leylak rengi sisi, Alleben’in kurbağalarının bir dolu vırrakları yırtardı. Alleben kıyılarına çöken yeşilimsi serin nem, pörsümüş ayrık otlarının belini doğrulturdu: Vakit geçtikçe aydınlığı şeffaf bir gece siler göğü kırpışık, sarı sarı yıldızlar sarardı. Latif bir akşam olur, insanın içi ılınırdı.

Güneşin göğü deldiği yerden, bir ışık teli boşalıyordu. Her yanı kıvıl kıvıl kaynayan bakır kızılı, kavruk toprağın bağrına, dikensi dikensi, Dülüğün çağla yeşili kambur doruklarından, kollu dallı, demir yanağı bir bulut kaydı, geldi Antep’in üstüne, ireldi, ireldi de doldurdu göğün yüzünü. Hava serinledi birden; tarlaların yüzünden şekersi söğüt pamukların, buruşmuş mağıt yırtıklarını, tozu toprağı bura bura göğe çıkaran kuzey rüzgariyle. Fırtınanın önünden kaçan kumru kırı bir delice, yeri yakalayarak geçti. Yumru yumru bulutları yıtıp ak parıltıyla ışıyan kırık kırık bir şimşek, göğün yüzünden kıvrılıp, kaydı Kavaklığın üstüne. Ossat kulakları gümbürteden bir ses yayıldı ortalığa, Alçaldı alçaldı yeşilimsi bulutlar, ta telli kavakların doruklarına kadar. Boşaldı birden kara kara bir dolu yağmur damlaları. Genizleri yakan buruk su bir toprak kokusu yayıldı…

Kırmızımsı, bulanık bir toz sardı toprağın yüzünü ilk düşen damlaların gölcüklerli birikti, birikti de yayıldı birden, göleğin yüzünde şişen dolusu kubleciklerinin altında-ıslak yamaçlarından başlayıp Alleben’e erişen yarıkları, köpüre köpüre boşandı, boşandı hırsını aldı. Yağmur bulutu, akpak oldu. Delindi güneş ışınlarının sivri uçlarıyla eridi kayboldu. Gömğöğ oldu Dülüğün kambursu derin yamaçları.

Öteden demir pası kanatlı bir kumru sürüsü inceldi, kalınıldı. Büküldü gitti su kavaklarının arasından, Sarıgüllüğ’e doğru Batı yönünden süzülen, kömür karası bir karganın uçarı, kaba ötüşü yırttı, yamaçlardaki kızıl çamuru, yolunupta kurumuş pis otları sürükleyen, delicesine Alleben’e koşan suyun gümüşi şırıltısını. Karşısındaki cevizin ıslak koyu yeşil yapraklı, silik kahve rengi dalında aklı karalı bir saksağan dengeleniyordu. Tutunamıyacağını aklı kesince testeremsi kısık bir çığlık attı, sağıldı bir ok gibi, kocamış dut ağaçlarının iri yapraklarının arasında kaybolup gitti, Eflatun bir pus çökeldi kavaklığın üstüne. Turuncu rengi bir öğle sardı Antep’i.