Köy ve kitap... Bizim için ne kadar birbirine yabancı iki kelime değil mi? Köy, Türkiye de nerdeyse okumamış, okumayan insanların toplandığı mahal manasına gelir. Kitap, okuyanların kullandığı bir araç işte bunun için birbirinin yabancısı bu iki kelime.

Yapılan kalkınma hamleleri halkımızın anlamadığı; tamirini, bakımını çalıştırmasını bilmediği makina ve sair cihazlarla mücehhez fabrikalar kurmakla kalırsa ne fayda sağlar? Samandan yapılmış su seddine benzemez mi? Böyle bir seddi ise su yıkar, rüzgâr yıkar.

Bir istatistik yapılsa köylülerimizin yüzde kaçı ilkokul diploması ile hatta sadece okuyup yazmasını bilerek ve hatta yalınız imza atmasını bilerek karşımıza çıkar? Evet yeni nesil, okumuş nispetinin artışı itibariyle bize ne de olsa bir istikbal vâdeder durumda. Fakat bu da kâfi mi? Yani bu gün köylülerimizin okuma yazmayı bilmeleri, mektuplarını kendi elleriyle yazmaları kâfi mi? Hayır hayır aklınıza onlar namına orta ve yüksek tahsil imkânları (Geniş mânâda) isteyeceğim gelmesin. Burada daha başka bir yaradan bahsedeceğim: Geçen on beş günlük tatilimde köylülerimizi (Orul, Bahçeliköy, Akçakent, Tılfar, Kurap, Mizrin, Munusa ve Mizar köylerinde) bir muayene ettim ve eskiden de bilinen bir yaranın tam olgunlaştığını, mutlaka deşilmesi, ilaçlanması lâzım geldiğini anladım. Yukarda adı geçen köylerden edindiğim fikir şimdilik tek bu yara üzerinde toplandı. Eminim ki Türkiye’nin bütün köylerini dolaşsak aynı ihtiyaçla (daha doğrusu ihtiyaçlarla) karşılaşırız.

Şimdi bu köylerden Mızar’ı örnek alalım: Mızar belediye ile idare edilir. 4 muhtarı vardır. Nüfusu: 2.600; hane adedi: 550, kahve adedi: 4, ilkokul: 1, öğretmen: 1 (bazen 2), eğlence yeri, oyun yeri …. Yok ….. Bahsedeceğim yara bu da değil. Bizim köylülerimiz okumaya, kitaba adeta aşıktır. Okumuşa, okura bilgiye, bilgiliye hakikaten hürmet gösterirler, hakikaten değer verirler. Severler, sayarlar. Okumuşu, bilgiliyi her işte, her yerde örnek alırlar. Onu kendilerine önder, bir başkan kabul ederler, inanmazsanız siz de dolaşın köyleri siz de görün gözünüzle... Mizarda kahvenin önünde oturuyoruz. Tıpkı diğer köylerdeki gibi her gelen, büyük ve medenî bir terbiye ile selâmlıyor. İlk konuşması kitap ve gazete üzerine oluyor. Soruyorlar: “Kitap olsun, gazete olsun getirdiniz mi? Verin de okuyalım. Bizler köylüyüz iş yok, güç yok. Kahvede tavla oynarız, kâğıt oynarız. Ne okuduğumuz var ne bir ders gördüğümüz.” Bir değeri “Ah ah gardeşim biz ahiretin Cehenneminde yaşı yok işte!... Âkşam olup ta garanlık çıktü kimi zulumat başlar. Göz görmez, yüz utanmaz. Memleketimiz garanlık, ruhumuz garanlık elektrik ilâzim bize elektrik. Ne gördüsek askerlikte gördük. Bizden bu millete; bu vatana ne hayır gelir.” diyordu.

Evet yanık sesli, tatlı dilli, saf ve sâde köylü kardeşim siz o kadar kıymetlisiniz de biz takdir edemiyoruz. Kendi kiymetini hiç bilen sizler kendi görüşünüz kadar kıymetsiz değilsiniz. Buna inanın.

Peki diyorum madem siz okumayı bu kadar istiyorsunuz, hoşunuza giden gazete, mecmua, kitap alın okuyun. Hiç okumuyor musunuz? Ali Amca cevap veriyor: “Niye Doğan Bey; okuyoruz. Kışın Karagozzakların odasında Hazreti Ali cenkleri, roman, hikâye, tasavvufa ait bazı eserler; Köylü, Karagöz gibi bazı gazeteler okunur ve dinlenir.” Anlıyoruz yaraları şu: Köyde bir oda olsun, içerisinde masa, sandalyeler olsun, dolaplarda birçok kitaplar, dergiler gazeteler olsun, kitaplar, olsunda neye ait olursa olsun. Yeter ki okuyunca anlasınlar. Ağır fen ve hukuk kitapları hariç her türlü Türkçe kitabı anlar ve tevsir ederler. Mesela Yunus Emre’nin “çıktım erik dalına” şiirini Ali Amca o kadar güzel tefsir etmiş ki dinliyen hayran kalır.

Peki diyorum şu kahveyi tertibleyin duvarlara dolaplar yaptırın, adam başına birer lira verin ne tutarsa o para ile size kitaplar alalım, bazı edebi dergilere, gazetelere abone olalım. Ayrıca ben de size 150 tane kadar kitap dergi vereyim ve bir dergi veya gazeteye de sizin namınıza abone olayım diyorum. Madem halk oyundan bıkmış, oynayacağına okusun, birbiriyle fikir çarpışması yapsın. Oyundan duyacağı zevki bilmece, bulmacalardan, soruları cevaplandırmaktan fazlasiyle duyar diyorum. Çok iyi ama diyorlar işte biz birer değil on’ar lira verelim tek bu işi sen yap. Herkes seni ve yabancı arkadaşları dinler. Şu kahveden oyun’u sen kaldırabilirsin diyorlar.

Hasılı Köylüler canu gönülden arzu ettikleri ve kendileri için mümkün olan “Köy Kitaplığı ve okuma Odası”nı bir türlü kuramıyorlar. Bir öncü arıyorlar kendilerine. Bu öncü, belediye reisi olamaz. Bu öncü ya Kaymakamlıktan, Valilikten (Daha doğrusu hükümetten.) tayin edilmeli ya da Kültür Derneğinden. Para ve maaş bahis mevzuu değil. Yeter ki kabiliyetli bir şahıs Hükümet tarafından bu vazifeye memur edilsin. Bir organizyon kurulsun ve her vilâyete bir memur tayin edilsin. Bu memur o vilâyetin kültür derneğinin resmi memuru olsun. Bu memurlar o vilâyetin köylerinin okuma odalarını açacaklar ve köylüler arasında bu odalara seçilen memurları teftiş edecekler.

Bütün bunlar Maarif Vekâletimizin yeni bir işe başlaması zaruretini, Köylülerimizi kalkındırmak aydınlatmak için yeni bir cephede yeni bir hamle yapması gerektiğini gösteriyor. Dûvâ mühim, yara büyük ve ağır. Âcil tedbirden başka ne istenir...

M. Doğan SEMİZ

1 Ağustos 1959- Ankara