Köy hayatı: Köylülerce ne olduğu bilinmeyen böyle gelmiş böyle giden ömrün silsilesi... Köylerimizde bir anket yapasım gelir: “Niçin yaşıyoruz, sizde iyi bir yaşayış tarzı nasıldır?” Otomatikleşen, insan zahmetini gerektirmeyen medeniyetin var ettiği harika hayatı isteyenin çıkacağını zannetmiyorum. Hâlâ radyonun şeytan işi olduğunu vitrindeki mankene, afişteki resme yaparının öbür dünyada can vermek için neler çekeceğini münakaşa eden bir zümreden elbette beklenen cevap daha doğrusu istekler listesi...

“Kara sabanım sağlam olsun, kışın evimin damı akmasın, bu yaz gözümüz ağrımasın, öküzüm ölmesin...” kabilinden olacaktır. Evet biliyorum bundan yanı sıra “Allah ümmet-i Muhammed-i korusun, vatanımıza düşman ayağı girmesin...” gibileri de vardır. Bunlar o kadar saf ve sâde millî ve dinî dilekler (istekler)’dir ki asırlardan önce nasıl arzudan ileri gidemiyorduysa bugün de öyledir. Bugün de bu dilekleri gerçekleştirmek için çalışılmaz. Çalışsa bile farkında olunmaz. Yani kısacası köylü, çocuğuna ekmek yedirmek, elbise giydirmekten başka bir gaye gütmeden çalışır. Hiç bir zaman “Batı” seviyesinde bir medeniyete ulaşmak gayesiyle çalışmaz. Çalışmaz çünkü istese de çalışamaz; maddeten mahrumdur, mânen mahrumdur.

Buna sebep nedir? Mahrumiyetler neden doğuyor? Biz köylüler varını kaybetmiş mahrumlardan değiliz şehirli kardeşlerim. Biz köylüler inanın hiç elde edememiş mahrumlardanız.

Biliyoruz şimdiye kadar köylü adı çok geçti fakat sargısı kaldırılıp yarasına bakılmadı... Bence başta hükûmetimiz olduğu halde bütün ileri gelenlerimiz, bütün münevverlerimiz fikirlerini, düşüncelerini köy davasına yöneltmeli, her hal için hedefleri bu olmalıdır. Biz köylüleri gündüze kavuşturmalı, içinde bulunduğumuz tahsilsizdik, bilgisizlik, sanatsızlık, gerilik vs.’den çekip çıkarmalıdırlar... Artık inanınız köylüsü geri olan bir millet ilerlemiş sayılamaz; yapılacak hamlelerin planı buna göre hazırlanmalıdır.

Milyonlarca insanın, son süratle ilerleyen medeniyete ayak uyduracak derecede kalkınması, kafasında bir plan olmayanlar için o kadar karışık, o kadar imkânsızdır ki o’nun için “olamaz”dan başka çare yoktur. Aslında çok basit olan bu işi şöyle özetleyebiliriz: Bunun için merkezi Orta Anadolu’da (Konya, Ankara...) olan bir dernek (cemiyet veya birlik neyse) (Türkiye Merkez Kültür ve Milli Kalkınma Derneği gibi) kurulmalıdır. Her vilâyetin kültür derneği bu merkez derneğin bir şubesi halinde olmalı ve vilâyet dernek başkanının seçtiği üç kişi merkez derneğin işlerine bakmalıdır. Bu üç kişi başkanlarının kontrolü altında bu vilâyetin ilçelerinde tâli şûbeler açmalıdır. Bu tâli şubelerdeki vazifeli adedi o ilçenin köyleri adedinden bir başkan ve bir de koordinasyonu sağlıyan vazifeli olmak üzere iki fazla olmalıdır. Her köyün “Aza Heyeti”nden de üç kişi köyün ilçedeki vazifelisine yardımcı olmalıdır.

Buraya kadar ki kısım bir işletme planlamasından başka birşey değildir. Bunun için tabiî ki hükûmet bir miktar para ayırmalıdır.

Vasıta olarak her ilçeye bir veya birkaç seyyar sinema, daha çok sayıda teyb (ses alma cihazı), projektör makinası, linguafon vs. verilmelidir. Merkez dernek vilâyetlerdeki şubeler vasıtasiyle basit bilgi ve teknik kitapları bastırmalı, köylerde dağıtmalıdır. Köylerde kurslar açılmalı köyün öğretmeni en az iki ayını bu işle geçirmelidir. Seyyar sinema bir köyde kültürel, ziraî filmler gösterirken diğer köylerde projeksiyonla resimler (seri halde: Kıyafete, ev tertip ve düzenine, kadın-erkek arasındaki münasebetlere vs. dair) göstermeli bazı günlerde bilhassa köylülere muayyen konularda karşılıklı konuşmalar hazırlatmalı... Köylüler ve şehirliler arasında piknikler tertiplenmeli bu iki zümreyi oyunlarla, danslarla, türkülerle, sair müzikle birbirine kaynaştırmalı, benimsetmelidir. Köylerde defileler tertibedilmeli, kurslar açılmalıdır... İlâhi...

Hâsılı olgun düşüncelerin hazırladığı bir tüzük yürürlüğe konmalı. Hükûmetimiz bu işi ele almalıdır.

M. Doğan SEMİZ