Atatürk Diyor Ki:

Halife ve hilafet, onların dediği gibi, yetkili bütün dünya müslümanlarına şamil olmak lâzım gelince, bütün varlığını ve kuvvet kaynaklarını hilafetin emrine hasretmekle Türkiye halkının omuzlarına tahmil edilecek yükün ne kadar ağır olacağını insaf edip düşünmek lâzım gelmezmiydi? Onların ileri sürdüğü icaplar ve hükümlere göre, halife namında hükümdar: Çin, Hint, Afgan, Iran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Mısır, Tarablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, hülasa dünyanın her tarafındaki islâmların ve İslâm memleketlerinin işlerinde söz sahibi olacaktı

Bu hayalin, hiçbir vakit tahakkuk etmemiş olduğu malûmdur.

... Bir an için farzedelim ki, Türkiye bu vazifeyi kabul etsin. Bütün İslâm âlemini bir noktada birleştirerek sevk ve idare etmek gayesine yürüsün ve muvaffak dahi olsun. Pekâlâ, ama, tabiiyet ve idaremiz altına almak istediğimiz milletler derlerseki bize, büyük hizmetler ve yardımlar yaptınız, teşekkür ederiz. Fakat, biz müstakil kalmak istiyoruz, istiklâl ve hakimiyetimize kimsenin müdahalesini muvafık görmeyiz. Biz kendi kendimizi sevk ve idareye mukdediriz...

.... Bir İslam devleti olan Iran ve Afganistan halifenin herhangi bir selahiyetini tanır mı? Haklı olarak tanıyamaz. Çünkü devletin istiklâlini, milletin hakimiyetini ihlâl eder Kendimizi cihanın hâkimi zannetmenin gafleti, artık devam etmemelidir. Hakiki mevkiimizi, dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürüklediğimiz felaketler yetişir. Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz. Milletimiz asırlarca bu boş hayal peşinde koşturuldu. Fakat ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlatlarının miktarını biliyormusunuz? Suriye’yi, Irak’ı muhafaza etmek için, Mısırda barınabilmek için, Afrikada tutuna bilmek için, ne kadar insan telef oldu? Ve netice ne oldu? Halifeye, dünyaya meydan okutma ve onu bütün İslâm işlerinde söz sahibi kılmak fikrinde olanlar, bu vaziyeti yalnız Anadolu halkından değil, onun sekiz on misli nüfustan mürekkep olan büyük islâm kütlelerinden talep etmelidir. Yeni Türkiyenin ve yeni Türkiye halkının, artık kendi hayat ve saadetinden başka düşünecek bir şeyi yoktur. Başkalarına verebilecek bir zerresi kalmamıştır.

(K. Atatürk. Nutuk, s: 432- 433)

Dünyanın bugünkü umumî şartları ve asırların dimağlarda ve karakterlerde topladığı hakikatler karşısında hayale kapılmak kadar büyük hatâ olamaz Tarihin ifadesi budur; ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.

Milletimizin kuvvetli, mesut ve müstakar yaşayabilmesi için, devletin temamiyle millî bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin iç teşkilatımıza temamiyle uygun olması ve ona dayanması lâzımdır. Millî siyaset dediğimiz zaman, kastettiğimiz mâna şudur: Milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı koruyup memleketin gerçek saadet ve imarına çalışmak Gelişi güzel aşırı emeller peşinde milleti oyalayıp zarara sokmamak. Medenî dünyadan, medenî ve İnsanî muamele ve karşılıklı dostluk beklemek.

(K Atatürk, Nutuk, s: 276)