İSPİRTONUN TADI BOZULMUŞ

Şakir Baba adıyla tanınan şehrimizin ünlü ayyaşlarından biri bir gün Ağa Camil civarında sarhoş olarak dolaşıyordu.

Yanına yaklaşan Şehreküstülü bir yurttaş neden kederli olduğunu sordu.

Aldığı karşılık pek de ilginçti:

— Hökümet bugünlerde ispirtonun tadını bozdu da ona yanıyorum.

İsmail Sevik

BURADA DA MI BULDUNUZ

Nakıp Ali Merhum, bir İş vesilesiyle İstanbul’a gitmişti. Buraya kadar gelmişken bir de film seyredeyim diye sinemaya gitmiş. Filmin bir yerinde kopma olmuş ve ışık yanmıştı. Seyircilerden birisi:

— Nakıp Ali’yi geçti... diye bağırmasın mı?

Başını iki tarafa sallayan Nakıp Ali:

— Naletler beni burada da mı buldunuz? Demiş

Mustafa Ayhan

SUSUN BE

Nakıp Ali sinemayı ilk açtığı sıralar da aileleri balkona çoluk çocuğu da aşağıya oturturmuş.

Sinemanın kalabalık olduğu bir gün aniden film yanmış ve aşağıda oturan çocuklar bağırmaya ve ıslık çalmaya başlamışlar. Nakıp Ali ışıkları yaktırmış ve perdenin önüne gelerek başını kaldırmış ve balkondakilere:

— Kusura bakmayın yoğrum, demiş.

Sonra da aşağıdaki bağıran çocuklara egilerek:

— Ne bağırtysız lan, görüysûzki filim yandı Şimdi ışıklar söndürüldüğü kimi oynıyacak işte, demiş.

Nuriye Özbek

VAKUPUR BEKLİYORMUŞ

Şimdi adı gerek değil, bir hemşerimiz esrarsız yaşayamazmış. Bu yüzden başına türlü belalar gelmiş. Bir gün yine kafayı tütsülemiş ve evine dönüyormuş. Eski Camlı kahvenin önüne gelince bir yağmur birikintisi görmüş. Bir küçük birikintiymiş bu ama ona sorarsanız deryalar kadar geniş.

Duvarın dibine oturup beklemeye başlamış hatta sızmış. Öteden gelen bir bekçi onu uyandırmış.

— Hey, ne bekliyorsun burada, diye sormuş. Bizimki ise saf ve ciddi cevap vermiş:

Karşıya geçeceğim Vapurun gelmesini bekliyorum.

F.G.

İNEK

Köyde öğretmenlik yapıyordum. Bu köye ilkokul yeni yapıldığından, ilk öğretmen bendim Caminin, cahil bir hocası vardı. Okuma yazma bile bilmezdi. Beni kıskanmış, köylülere söylemiş:

— Ben öğretmenden bilginim, gelsin kendisiyle yarışalım.

Köylüler haberi bana ulaştırdılar, gönlüme komadan alıp muhtar odasına götürdüler.

Yarı şaka yarı ciddi başladık imtihana.

Hoca bana bir sordu:

— Şuraya bir inek yazarmısın?

Kâğıda bir "İNEK” kelimesi yazdım

— Şimdi bir de ben yazacağım dedi ve eciş bücüş bir İnek resmi çizdi Köylülere gösterip:

— Bakın dedi, hangisi daha çok ineğe benziyor.

Köylüler oy birliğiyle Hocanın sınavı kazandığını İlân ettiler.

Mehmet Tandoğan

EVİMİZİ YIKTIN HÖKKEŞ

Şehrimizde kapalı spor salonu yeni açıldığı sıralarda bir judo gösterisi yapılıyordu. Herkesin çok yakından tanıdığı ve sevdiği sekiz dokuz yaşlarında küçük bir judocu vardı. Adı Ökkeş olan bu Judocu ringe çıkar çıkmaz hep bir ağızdan halk tempo tutmağa başladı:

— Hökkeş… Hökkeş... Hökkeş...

Bu tempo bir hayli sürdü. Sonunda karşılaşma başladı. Sonuç: Ökkeşin sırtı yerdeydi.

Halk düş kırıklığına uğramıştı ama ikinci karşılaşma için yine tempo tutmaktan geri kalmadı.

— Hökkaş... Hökkeş... Hökkeş…

Bu tempo böyle sürdü gitti, Ökkaş yaptığı bütün karşılaşmalarda yenildi. Artık seyirciler temponun biçimini değiştirmişlerdi.

— Evimizi yıktın Hökkeş, evimizi yıktın Hökkeş

Ve ringe bütün judocuların hocası çıktı. O da Ökkaşla karşılaşacak ve elbette ki yenecekti Halkta hiçbir ses yok Karşılaşma başladı, Ökkaş dev gibi judo hocasını kaldırdığı gibi yere vurdu.

Seyircilerden bir uğultudur yükseldi.

— Evimizi yaptın Hökkeş. Evimizi yaptın Hökkeş...

Burhan Cahit

VATANDAŞLARIM

Bu şehrin bir de ünlü Saadettin Çulcusu vardı. Sadettin Çulcu, şimdi yıkılarak yerine Keyvanbey pasajı inşa edilen Maarif kahvesine gelerek bir masanın üzerine çıkar ve nutuk atardı.

Bilhassa kimsenin olmadığı saatleri tercih eden Çulcu boş iskemleleri insan kalabalığı sanır ve:

— Sevgili vatandaşlarım, diye başlayarak saatlerce süren nutuklarını atar gerçekten memleket sorunlarına değinen konuşmalar yaptığı halde gelip geçenler ona gülerlerdi.

Mustafa Tekin

HANGİSİ ŞEYTAN

Gaziantep’in Abdüsselam adında çok meşhur ve aynı zamanda kurnaz bir kişisi vardır.

Şeytan, Gaziantep’e geleceği zaman Başpınar’a kadar gelir ve orada dururmuş.

Antep’e gelebilmek için yolculara sorarmış:

— Abdüsselam Antepte mi?

— Evet, derlerse

— Öyleyse Antep’te benim ne işim var, der ve geri dönermiş.

YATAKTA BİRİ VAR

Gaziantep’in meşhur kılıbıklarından Osman Ağa ile Muhsin babayı tanımıyan yoktur desem yalan olur. Onları tanımıyanlar varsa Gaziantep’in meyhanelerini dolaşsınlar, bu iki canciğer arkadaşı derhal tanırlar. Çünkü her ikisi de birbirinden ayyaştır.

Her gece geç vakitlere kadar içen bu iki kafadar bir defasında ipin ucunu iyice kaçırmışlar. Mallar aynı zamanda kılıbık oldukları için eve gitmeye de cesaret edememişler ve bir otele gitmişler.

Otelde iki yataklı bir oda tutmuşlar. Sarhoşluktan kendilerini bilmez bir halde yataklarına çekilmişler. Osman ağa seslenmiş:

— Muhsin Baba benim yatakta biri var beni yanına koymuyor yahu

Muhsin Baba:

— Deme, benim yatakta da biri var.

— Hadi öyleyse onları yataklarımızdan atalım.

— Atalım.

Ve bir mücadeledir başlamış, Sonunda Osman Ağa:

— Ben yanımdakini yataktan aşağıya attım Muhsinciğim, diye zafer müjdesini vermiş.

Muhsin Babanın ise sesi acıklı çıkmış.

— Benimki de beni yataktan aşağıya attı.

Osman Ağa:

— Zararı yok, üzülme hadi gel benim yatakta ikimiz yatalım der.

Meğer ikisi yanlışlıkla aynı yatağa girmiş birbirleriyle mücadele ederlermiş.

Mustafa Oğuz

MEYHANEYİ NE ZAMAN AÇACAKSIN

İkinci fıkram yine Osman Ağaya aittir. Osman Ağa yine geç vakitlere kadar içmiş. Lokantayı kapatıp evine dönen meyhaneciye telefon etmiş:

— Alo meyhaneci, meyhaneyi ne zaman açacaksın.

Meyhaneci sinirlenmiş.

— Be adam demiş, içkiye Allah doyursun gözünü. Daha şimdi kapattım. Ve

telefonu çat diye kapatmış.

Osman Ağa biraz sonra yine telefon açmış.

Meyhanesi daha uykuya yeni dalmış ki, acı telefon sesiyle uyanmış. Yine aynı sesin meyhaneyi ne zaman açacağını sorunca cevap bile vermeden telefonu yine kapamış.

Bu telefon işi böylece uzayıp gitmiş. Üç, beş, on derken meyhaneci sinirinden ölecek neredeyse.

— Be Allahın belası adam, ne istiyorsan benden, diye kükreyince Osman ağa yumuşak yumuşak.

— Sızmış meyhanede kalmışım, sen de kilitleyip gitmişsin. Dışarı çıkabilmek için meyhaneyi ne zaman açacağını soruyorum, diye cevap vermiş.

YUTTURDUK

Nakıp Ali makine dairesinin penceresine renkli camlar taktırmış ve hoperlörü açıp seyircilere:

— Kıymetli Gaziantepliler demiş. Şimdi binlerce lira masraf ederek ta Amerikadan getirttiğimiz renkli filimleri size göstereceğiz.

Ve hoparlörü kapatmayı unutarak makiniste.

— Amma da yutturduk ha demiş. Bunu duyan seyircilerin tepkisini artık siz düşünün.

Cengiz Kavcı

HAYYO SEN BERAT

Vaktiyle Anteb’e bir rüşvetçi kadı gelmiş parayı gösterdin mi seni haksızsan haklı çıkarırmış.

Antep’te yaşayan bir halepli bir gün bir fakir kızını öpmüş. Bunu yakalayıp kadının karşısına çıkarmışlar. Halepli savunmaya başlamış bir yandan da kimse ye sezdirmeden kadı’nın cebine altınları sıkıştırmış,

— Hattiyse hüttüyse el değirmeden gittiyse, şifa niyetine öptüyse var mı? hayyoda kabahat.

Altınları cebinde hisseden kadı hemen hükmünü vermiş.

— Hayyo, sen haydi beraat.

Turan Öngel

O HAM İDİ

Gaziantep’in meşhurlarından biriside Leblebici Sami Efendidir.

Sami Efendi ipin ucunu kaçırınca tedavi maksadiyle bakır köye gönderilir. Burada tedavi gördüğü sırada hastaneye bir kadın müracaat eder.

— Evim hastahanenin bitişiğindedir. İki tane papağanım vardı, birisi kırmızı birisi yeşil İkisi de uçtu sizin bahçedeki yüksek kavak ağacının tepesine kondu. Ne olur onları indiriniz

Bu işe kimse cesaret edemez. Bizim Sami Efendi gönüllü çıkar. Ağaca tırmanır bin bir bela ile. Ve kuşun kırmızı olanını İndirir.

Hastane müdürü

— Be evladım der, sen adam olmayacak mmısın? O kadar zahmet çekip ta tepeye kadar çıktın. Niye hayvanların ikisini birden indirmezsin de birisini indirirsin.

Saminin cevabı akıllıca olur

— Müdür Bey, bu kırmızısı olmuştu. Öteki yeşil daha hamdı.

Onun için indirmeğe lüzüm görmedim.

Mustafa Bakışkan

ÇELİŞKİLERE KATILIYORMUŞ

Şehrimizin meşhur beş kuruş dilencisi Fato, bir gün bankadan çıkıyordu

— Ne o Fato dedim. Burada ne işin var.

— Heeç, diye cevap verdi. Şu benim banğaya bi uğrayı verdim Bankadakilerden para istiyor sanmıştım. Meğer her gün para yatırıp ikramiyeli çekilişlere katılıyormuş.

Mustafa Oğuz Özarslan

ABDURRAHMAN

AkyoIIu Abdurrahmanı tanımıyan yoktur sanırım. Küçücük kafasına rağmen, uzun boyuyla yıllardan beri sokaklarda:

- Ölmüş ölmüş, diye bağırır durur.

Bir gün onu, bir köşe başına sinmiş, gülerken gördüm. Sezdirmeden izlemeye başladım Elinde bir tutam çiçek vardı. Çiçeği öne doğru uzatıyor, birine gösteriyor, sonra çekip burnuna götürüyor, kokluyordu.

Yanına yaklaşıp da sokağın nihayetinde bir kapının önünde duran kızı görünce meseleyi; anladım.

Deli meli dememeli. Demek ki herkes âşık olabiliyor.

M. Ali Ertan

KAYNANA

Bizim Gaziantep’in meşhur bir kaynana hikayesi vardır. Adamın biri evlenmiş. Ama gelin annesine rahat vermez diye korktuğundan evlendiği gün onu evden uzaklaştırmış. Annesinin odasına da tahtadan bir korkuluk yerleştirmiş.

Sabahleyin çıkarken, karısına tenbih etmiş.

Anamı gücendirme, her istediğini yap demiş.

Akşam işten dönünce karısı iki gözü iki çeşme ağlayarak karşılaşmış.

— Anan bana etmediğini komadı. Hem bağırdı çığırdı, azarladı, hem de döğdü.

Gel bakalım, şunun yanına çıkalım

Kaynanasının odasına çıkmışlar. Adam tahtadan kaynanaya bir tekme savurmuş. Korkuluk yere yuvarlanmış:

Kız, demiş, bu mu sana söven sayan, seni döven kaynana?

Gelin neye uğradığını şaşırmış ama bir daha da kaynanasından şikâyet etmemiş.

Ali Gül

(Kurtuluş gazetesinden derlenmiştir)