“Anteplilere selam ve sevgilerimle ve istenirse Başpınar’a alınması için”

KURTULUŞ, savaşı sıralarında, yalınayak, başı kabak dolaşan bir çocuktum, Anteple Ankara’nın ortasındaydık. Evimizde toplanan büyükler bir işe yaramak için ya Antebe, ya Ankara’ya katılmak lazım geldiğini söyler olmuşlardı. Babam, daha o yaşımda, bana Ankara’dan, olduğu kadar Antep’ten de söz açmış, oralarda nasıl ve ne için savaşıldığını küçük aklıma sindirebilmişti. Böylelikle, ilk gençlik yıllarım, iki gazi hasretiyle dolup taşmıştı: Birincisi; Gazi Mustafa Kemalin hasretiydi, Onu 19 yıl önce, ilk defa, Kayseri’deki vali konağının balkonunda, göz yaşları içinde söylediğim hitabeye cevap; verirken görebilmiştim. Öteki Gazi, ne de olsa bulunduğum yere gelemezdi; ben ona gitmeliydim. İkinci ve çeyrek asırlık hasretim, Gaziantep hasretiydi.

Zonguldak Maden Mühendis mektebinde Rahmi isminde bir Antepli arkadaşım vardı; mektebin defneli yollarından kömürlü çarşıya inerken, cebindeki fıstıklar kadar sohbetindeki lezzetlerle de bana Antebi tattırdı. Muidimiz Antepli Nuri Beyin Antep, müdafaası için yazmış olduğu bir kitabı yemek sonu mütalealarda Antep baklavası yiye, yiye okurduk. Antep kurtuluş ve gazilik günlerinin Hatay davasile bir kat daha hararetlendiği yıllarda, Ankara Halkevinde tertiplenen törenlere birbirinden ateşli manzumelerle katılar olmuştum. Antep iliklerime işlemiş fakat gözlerime görünmemişti.

25 yıldır arzulayıp ta, bir öğle üstü, Maraş kahramanlarının Antebe yardıma koştukları yollardan, bir askeri otomobilde, bir mükemmel generalin yanında, iki aziz sanat ve parti arkadaşımla birlikte, Gaziantep toprağına ayak bastığım an bayrağıma dokunmuş gibi ürperdim.

Antep, Türktepe ve Kayacık adındaki iki tepe üzerine kurulmuş, araya ve etrafa yayılmıştır. Katının kızıllığı ile doğunun pembeliğini birbirinde yoğurarak içine sindirmiş topraklara baktıkça, insana ya sabahın mahmurluğu ya akşamın garipliği çöker; istilacıların Anteplileri büyük tahriplerle korkutarak beyaz bayrak çekmeleri için verdikleri mühletin sonunda kale duvarlarını kaplıyan kocaman kırmızı bayrağın gölgesi hala tepelere vuruyor sanılır

1000 rakımlı bir ova denizi ortasında Heybeliadaya andıran o iki tümsekle bir çukurun dörtbir yanı Çık sorut,, ‘’Ziyaretler,, ‘’Düzlertepesi” “Aydın sırtları” ‘’Salavat yokuşu,, gibi et toprağı yassı tepelerle çevrilidir. Sütgözü Aynülleben ırmağının kıyılarından, Nizip yolundan, Humanız bahçelerinden yeşillikler taşar. Antepte kahramanlıkla güzellik birbirinden ayırdedilemeyecek kadar girifttir; Şahin, “Elmalı” da şehit olmuştur. Çınarlı da dört yüz otobüse sekiz Türk karşı koymuştur. Bazı yerler elmalı, bazı yerler çınarlı ve her yer fıstıklıdır. Şehre sağ ucunda lise binası yükselen uzun ve düzgün bir caddeden girilir; solda olgun bir ırmak akar; evler yonu denilen tahta gibi kesilip işlenmeğe elverişli yumuşak taşlardan yapılmalıdır. Evlerin yüksek duvarlar ile çevrelenen kaldırımlı sokaklarda ilk dolaşanlar kendilerini kale mazgallarında sanırlar. Burada yalnız insanlar değil duvarlar da gazidir: Yonularda sık sık mermi oyuntularına raslanır. Soldaki kiliseden çevirme Halkevinin alt katındaki kemer kemer tavanlı şirin ve serin salonda dinlenmeyi sonraya bırakarak geçtiniz mi eski Çınarlı camiinin yerine ayak basarsınız. Kubbenin yerinde yeller esmektedir amma, minarenin yerine Gazi taşlardan yapılma bir sade ve güzel anıt gözü doldurur: Bir şerefesiz fakat şerefli minare ki;Sessiz mezinliğini şehit ruhları yapmaktadır.

Yollarda her yüzüme güleni ya biraz şişmanlamış ya biraz zayıflamış ya biraz yaşlanmış ‘’Rahmi” sanıyorum:

Bu Antepliler birbirlerine ne çok benziyorlar... Bir kere hepsinin de yüzünde Antebin damgası, Gaziliğin tabiat eliyle çehrelere hakkedilmiş bir madalyası halinde. Bu çıban izi, hemen heryüze bir ayrı güzellik veriyor; gözler, hep iri koyu bal rengi; kirpikler, uzun ve sık; alınlar, geniş ve değirmi; deriler kadar sesler de kavruk denebilir mi, bilmem.

Dükkanlardan renk renk şetariler, gül şeftali yemeniler sarkıyor; Cadde- çarşılardan birinde yürüyoruz. Bedestenden çevrilme Halın arkasından bakırcıların çekiç sesleri geliyor. Duvarında 7,5 luk mermi izini taşıyan Alaeddin cami artık dini olduğu kadar da milli bir mabet halinde. On beşten fazla eski kervan hanı yeni dükkanlara ve ambarlara bölünmüş... iki yanda da yarı beline kadar çukura gömülmüş 10000 den fazla işçinin bez dokuduğu dükkanlarda mekiklerle bakışlar aynı hızla gidip geliyor.

(Hükümet, bu tezgahlara lazım olan pamuk ipliğinin paketini 18 liraya satıyor.Dışarıda herkes her paketi ‘’50,, liraya almaya hazır. Memleketin her yerinde dokumacılara yapılan bu devlet yardımının yekunu 150 milyon lirayı buluyor. Buna ‘’Yeni vakıf,, adını koymuşlar.Bu ipliklerden alabilmek, kooperatife girmiş olmaya bağlı. Kooperatife girmek için de 940 tan önce eltezgahı işletiyor olmak şart . Fakat bunu tahkik biraz güç ve dolambaçlı. Kasaplardan tutunuz da nahiye müdürlerine kadar tezgah sahibi olup, yeni vakıflardan çöpelnenler var! Bir de eline para geçen dokumacılar, bunu ne yeni malzeme almakta, ne yeni dükkan yaptırmakta harcayamıyorlar; çarçur ediyorlar; fazla karlar kooperatifle birikmiş sermaye olarak kalsa da harp sonunda malzemeye ve binaya tahsis edilse daha iyi olacak).

Antep’in yiğitliğini dost, düşman biliyor. O da Mustafa Kemal gibi gaziliği tam hakketmiş ve milletin kararile almıştır. Antep, müdafaasını eşref saatlara, geçici hamiyetlere değil; disipline ve teşkilata borçludur. Günde yedi sandık mavzer kapsülü ve dinamit fitili yapabilen, düşmanın patlamayan mermilerinden dinamit alıp ‘’Özdemir el bombaları.. meydana getirebilen, dikiş makinelerinin tekerliğinden tahta çıkrıklara kadar herşeyden faydalanarak aile sanatı halinde harp sanayi hurup icat eder gibi malzeme imal edebilen civarın tahkimatını askerliğin son şartlarına uydurabilen bir şehir ve onun kahramanları, ne tesadüfün lütfu ne düşmanın yılgınlığı ile, ancak kendi emekleri ve yiğitleri ile kurtulmuş sayılarak gaziliği hakkettiler. İşte sahnelerden bir tanesi: İstilacılar bakıyorlar ki, ne mermi kar ediyor, ne otobüs; tankla hücuma karar veriyorlar. Bir gün şehrin ağzında yedi tank birden görünüveriyor. Mazgalında nöbet bekliyen, yanaşan tanka aldırmadan ödevine devam eden Antepliler, tanklar yanıbaşlarına gelince birden sıçrayıp üstlerine atılıyorlar; ellerindeki Özdemir bombalarını tankların deliklerinden içeriye fırlatıyorlar. İstilacılar, tanklarının leşlerini ancak iki gün sonra kaldırabiliyorlar. Yolda bu hadiseyi anlatan, sözünü keserek sağdaki bir dükkanın levhasını gösterdi: Antebin meşhur fıstıklı güllü baklavasının yapıldığı yer. Hemen şu tekerlemeyi söyleyiverdim:

Burası gazi şehir, burası büyülü yer:

Düşman Özdemir bomba, dost güllü baklava yer

Milli Mücadelenin hatıraları hala taptaze yaşıyor. Şöhret ve itibarın da kaynağı hep o eski kahramanlıklar. İnsanın bunlarla gözü dolarken gönlü istiyor ki: Geçen 25 yıl içinde, şu sokağı korunmuş, şu tepeyi tutmuş olanlar yanında bir de şu batağı kurutan şu köprüyü, kuran şu aşıyı bulan kahramanlar da türemiş olsun . İyi bir şöhrete sahip Amerikan hastanesinde artık ihtiyaç bırakmıyan yılda 11000 dahili, 14000 harici muayene yapabilen Memleket hastanesini gezerken bu kahramanlık şehrinde Türk ilminin bir yakın zaferini sezerek savunuyorum.

Antepte erkeklerin cesareti kadar kadınların marifeti de meşhurdur. Antebin Kız Enstitüsünde Adalet Özkayanın tertip ettiği ‘’Antep elişleri albümü” nü tekrar tekrar gözden geçirdik: Göz nuru, ruh zevki, el emeği, bezler üstünde birbirleri ile buluşup maddeleşince insanda hayranlık uyandırıyor.

Gece Halkevinin müsameresinde bulunduk. Dört beş halk şairi perdenin önünde, bize Antep havalarını söylediler. Sesler çiğ makamlar cana yakın, güftelerse birbirinden içliydi.

Benden selam söyleyen dertli anama

Gavurun kurşunu değmez adama.

Güneyin İlbeyli ve Barak boylarından gelme havalar daha güzeldi oralardaki 90 lık İdris Ağa, Karacaoğlanın son halifesi Bütün şiirlerini ezberden biliyor, hayatını rivayetlerle menkıbeleştirmiş. Bu arada Killik, Geniyik, Dervişah köylerinde kadın, erkek el ele Şirin Nar” ismini verdikleri bir oyunu çok güzel oynamakta olduklarını da haber aldık. Sporcu gençlerin ellerindeki meşale’lerle karanlığa daireler çizip sütunlar resmetmesi güzel bir değişiklikti; Özdemir bombasını yapanların çocukları ateşle çiçekmiş gibi oynamayı biliyorlar. Yerli çocukların korosu mükemmel: Ahmed Adnan’ın dört sesli Karadeniz türküsünü kendi hazırladığı koroyu imrendirecek bir ustalıkla söylüyebildiler. Arkadan Molyerin hastalık hastasını Antebin yerlisi kızlarla erkekler profesyonel tiyatrolarımızı kıskandıracak bir kabiliyetle oynadılar. Molyerin aynı piyesteki baş rolü oynarken kan kusarak öldüğü günün yıldönümüydü. Emperyalist Fransız ordusunu nefretle kapı dışarı eden Antep, hümanist Fransız sanatını muhabbetle bağrına basmasını biliyordu...

Behçet Kemal ÇAĞLAR