Osmanlı tarihleri bugünkü tarih anlayışından uzak bir şekilde yazılmış bir «Vakayiname» mahiyetindedir. Bu tarihler de o devrin toplu olarak siyasî, sosyal, İktisadî hayatı hakkında bilgi edinmek hemen hemen mümkün değildir. Gerçekler ölçülü olarak değil, indî ve tek taraflı bir şekilde gösterildiği için insan bu tarihlerde hakikat ışığını çok zaman göremez. Bunun içindir ki, yakın zamanlara kadar bizde yazılan şehirlerin tarihi, İlmî ve bu günkü tarih anlayışı metodundan tamamiyle yoksundurlar. Kaynak olarak sâdece Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Hammer, Naimâ (Tacüttevarih) Raşit, Asım tarihini göstermekle bir şehrin tarihi yazılamaz.

Kanaatımızca, bir şehrin geçmişi ne kadar parlak olursa olsun o şehrin tek başına tarihini yazmak iddiasında direnenler yanlış bir yola sapmaktan kendini alamazlar. Çünkü kasabalar şehirler sosyal birer müessesedir ve sosyal müesseseler her zaman çevrelerile ister istemez müna sebetler kurmak zorunda bulunan varlıklardır.

Örnek olarak verelim ki (Mersin şehri)’nin tarihini yazmak istiyoruz. Dar bir çerçeve içinde Mersin tarihini yazmaktan elde edeceğimiz fayda çok kısır kalacaktır.

Mersin tarihini yazmak için Adana’nın, Tarsus’un, Silifke’nin, Kıbrıs’ın, Hatay’ın hatta Konya’nın tarihi tablosunu incelemek, tarihî olaylarını meydana koymak ve bundan sonuçlar çıkarmak gerektir. Va’kalar, olaylar hiç bir yerde, hiç bir zaman tek başına geçmez. Olaylar birbirleriyle sarmaş dolaş olmadıkça bir özellik arzetmez. Olayların birbirlerine girişmesiledir ki renk ve manalar tamamlanır ve ortaya tarihi gerçekler çıkar.

Bu şehrin tarihini yazabilmek için:

1— Doğu kaynaklarını, yani Arapça, Farsça, Ermenice.. V.S. dillerle yazılmış eserleri;

2 — Batı kaynaklarını;

3— Yer adlarını;

4— Mahallî âbide ve kitâbeleri;

5— O bölgede bulunmuş her çeşit paraları;

6— Fermanları, beratları, vakfiyeleri;

7— Her türlü hatıraları;

8— Şer’i sicilleri, defteri hakanileri;

9— Kitabeleri, mabetleri, kaleleri;

10— Folklorle ilgili vatlıkları.

İncelemek. Bunlardan başka başkanlığa bağlı arşiv dairesinde bulunan (Mühimme) defterini de taramak gerektir. Bu incelemelerdin elde edilecek malzemeyi bir bütün olarak terkip etmek suretiledir ki, bir kasaba veya şehrin daha doğrusu bölgenin tarihi yazılmış olur.

Bu tarihlerin tümü anavatan tarihinin yazılmasına imkân sağlar. Yabancı bilginlerin çoğu zaman Yunan, Roma ve Bizans medeniyetlerinin dışında kalmış medeniyetlere, varlıklara, gerçeklere bilerek veya bilmiyerek değer vermedikleri bir gerçektir. Bunlar, bazan da taassubun dar çerçevesi içinde kalarak Islâm-Türk medeniyetinin varlığını da inkâra kadar gitmişlerdir. Yurdumuzun ve şehrimizin sahibi olarak memleket tarihini bizim onlardan değil, onların bizden öğrenmeleri prensipini bir dava haline getirmedikçe çabalarımızın meyvesini devşirmek güç olacaktır. Mutaassıp Bizans, putperest Yunan ve Roma medeniyetini yok etmek için olanca çabasını göstermiş bir çok şahaserleri heykelleri kırmıştır. Bugün müzelerimizde bulunan başsız, molsuz veya oyuk gözlü heykeller ancak Selçukluların göstermiş oldukları tolerans sayesinde kurtulabilmiştir. Eski şark milletlerinin medeniyet ve kültürlerinden yunan, Roman medeniyeti çok faydalanmış ve ancak o medeniyetlerin ışığı altında yürüyebilmişler, sanat ve medeniyetlerini ilerletmişlerdir.

Meseleyi bu açıdan mutalaa edince bölgemizin tarihini yazmak için sadece tek taraflı eserlere değil, geniş ve biribirini tamamlayıcı bilgi ve belgelere değer vermek suretile işa girişmenin ne kadar doğru olduğu anlaşılmış bulunacaktır.

Kilikya dolayları hakkında yazılmış bir çok ecnebi eserleri vardır. Bunlardan bilhassa Fransızların yazdıklarından elbet faydalanacağız. Fakat unutulmamalıdır ki, bu eserlerin birçoğu siyasi mülahazalarla ve hiristiyanlığın propagandası yapılmak ve Yunan-Roman medeniyetine aşırı hayranlık göstermek gayesiyle yazılmıştır.

Baş vurulması gereken kaynaklar arasında (yer adları-Toponmi) den faydalanmak gerektiğini yukarıda belirtmiştik. Gerçekten bir bölgenin tarihini yazabilmek için o bölgenin bütün köy, dağ, tepe, yayla, göl, kale, yol, boğaz, kavşak, geçit, doruk, özetle bütün coğrafi ve tabiat özelliklerini tesbit etmek gerektir. Bugün Anadolu’nun türlü yerlerinde (Kayı, Avşar, Kınık, Eymir_ gibi Türk oymaklarının adlarına rastlanmaktadır. Bu adlar gelişi güzel verilmiş adlar değildir. Her oymak geçtiği, oturduğu, ilişik kurduğu yerlere damgalarını vurmuşlardır. Bu bakımdan bölgede outran gençlerimiz, sanatçılarımız, aydınlarımız, öğretmenlerimiz, herşeyden önce bu yer adlarını doğru olarak bir broşür veya kitapçık halinde toplamalıdırlar. Bu derleme bize bir çok tarih gerçekleri aydınlatmış ve bir sürü meçhul, karanlık kalmış noktaların çözülmesine ışık tutmuş olacaktır. Bilhassa yolların geçtiği istikametlerin gerek sosyal gerek tarihi bakımdan değerleri inkâr edilemiyecek kadar büyüktür. Büyük İskenderin, haçlı ordularının, Selçukların geçtiği yollar ve burada yapılmış olan savaşların da tarihi aydınlatmak hususundaki önemleri üzerinde durulmak gerektir.

Yabancı bilginlerin (Anadolu yolları) üzerindeki yayınlarından, incelemelerden faydalanmayı ihmal etmemek lâzımdir. Bu hususta Almanların, Avusturyalıların çok değerli yayınları vardır.

Kalelerin de tarih bakımından rolleri büyük olmuştur. Son zamanlarda emekli jandarma albaylarından Nazmi Sevgen Bey’in yayınlamış olduğu (Anadolu Kaleleri) adlı eser bu konuda yazılmış olan en değerli eserlerdendir. Kasabaların adları ilmi metodlarla incelenmedikçe olumlu sonuçlar elde edilemiyeceği bugün tamamile anlaşılmış bulunmaktadır. Örnek olarak şu misali verelim:

Gaziantep, Hititler devrinde adı Dülûh Tuluh idi. Romalılar buraya (Dolihe) adını verdiler. Etilerin halâ bugün Dülük Baba adıyla anılan bir yerde kutsal bir tapınakları vardı. Zamanla şehir bugünkü yerine doğru gelişmeye başladı. Asurî istilâsında buradaki pınar ve kaynakların çokluğundan ötürü buraya (Kurt pınarı) mânasına gelen (Ayn Ze’be) adı verildi. [1] Bu şehrin adı haçlılar devrinde Hantap, araplarca güzel pınar mânasına (Ayn tab) şekline sokuldu.

Şu ciheti kesin olarak arzetmek isteriz ki, Yunanlılar, Romalılar bütün bölgelerde kendilerinden çok evvel bu bölgelerde yaşamış ve parlak medeniyetlere sahip olmuş şark milletlerinden Sümer, Eti, Asur'luların uygarlıklarından geri kalmamışlardır. Avrupa tarihçileri bu gerçekleri gayet iyi bildikleri halde doğruyu yazmaktan her nedense çekinmişlerdir.

İçel ve Gaziantep bölgesinin tarihini yazabilmek için doğu ve batı kaynaklarına baş vurmak gerektir.

Doğu kaynaklarından: Milâttan önceki devirler için:

1— Sümer, Eti, Asur, Arami eser ve anıtlarından;

2— Milâttan sonraki devirler için İslâmî eser ve kaynaklar olarak:

a) Arapça yazılmış tarih, coğrafya, vekayiname ve tercüme-I hal kitaplarından

b) Farsça yazılmış tarihlerinden, vekayiname ve selçuknamelerden;

c) Türkçe tarih, coğrafya, gazevat, tercüme-I hal, divan ve şairleri tezkerelerinden, seyahat kitaplarından;

ç) Suryanice yazılmış vekayinamelerden

d) Ermeni kaynaklardan;

e) Her türlü kamus ve ansiklopedilerden istifade edilebilir.

Arapça eserler arasında Yakut-i Hamevi [2] nin Mu’cem—ülbuldan, Ilmül—esir, Ayintaplı (Ayni)nin İkdülcuman fi tarih— ehl—üzzeman [3], Ebül Fida tarihi, Mesalik—ül rbsar Ettarif—i bilmusalih il—şerif, Subh—ul—a’şa, vekay—ud—duhur gibi eserlerden istifade edilebilir.

Avrupalı bilginler bilhassa Küçük Asya hakkında incelemelerde bulunurken Arapça yazılmış kitaplardan çok faydalan maktadırlar. Bununla beraber unutmamak gerektir ki Arapça yazılmış eserlerde hep Arap uygarlığı, Arap eğemenliği birinci planda yer almıştır. Biz kendi tarihimizi kendi görüşümüz çerçevesi içinde yazmayı tarihi olayları Türklük açısından bir tahlil ve terkibe tabi tutmayı unutmamalıyız.

Arapça olsun, Farsça olsun yazılmış bütün eserlerin sağlık merkezini Ortaçağ vak’aları teşkil eder.

Selçuknameler ise (yazmalarla basılmış olanlar) yine Ortaçağ Türk ve Haçlı seferlerinin uzun ve kanlı savaşları hakkında bize bilgiler verir. Selçuknamelerde yer ve şahıs adları bize değerli ipuçları vermektedir. Selçuk Türklerile Ermeniler arasındaki münasebetler, Kıbrıs adaile Anadolu ülkesinin yakın ve yaygın ilgisi dolayısıyle yazılmış eserler Mersin ve İçel bölgesi tarihi için önemli ve değerli belgeleri teşkil eder. Bütün kaynakları taramak ve bize gerekli olanları ayırmak elbette kolay bir iş değildir. Bu tıpkı bal yapmak için arıların binbir çeşit bitki, çiçeğe konarak bunların özünü toplama çabasına benzer. Ancak böyle bir çabadır ki bölge tarihlerinin yazılabilmesini sağlayabilir.

Şark kaynakları çok zengin olmasına rağmen metod bakımından dağınık ve yetersizdirler. Asıl zorluk bu dağınık bilgileri toplayabilmek ve bir düzene koyabilmektir. Hele Ortaçağ Türk İslâm tarihini yazan bilginler, sosyal, ekonomik ve her türlü külürel olaylara gayet az yer vermişlerdir ve birçok tarihini vak’aları da bitaraf bir gözle değil kendi görüşlerine, daha doğrusu devrin hükümdar ve büyüklerinin arzu ve isteklerine göre yazmışlardır. Bu bakımdan olaylar, vak’alar hakkında ayrıca ihtiyatlı hükümler vermek, mukayeselerde bulunmak gibi zorlukları da göz önünde bulundurmalıdır. Sadece bir tarihçinin ortaya attığı fikirlere dayanılarak yaılan eserler bizi çoğu zaman aldatabilir.

Antalya’dan-Hatay’a kadar uzanan bölge, tarihin en büyük girdi- çıktısına uğramış bir toprak parçasıdır. Bu bölgedeki savaşlar, bu bölgede yaşayan uluslar ve bunların kurduğu, ortaya koyduğu medeniyetler öyle karışık durumlara sebep olmuşturki, bunların içinden hakikatleri bulup çıkarmak yorucu ve çetin uğraşmaları gerektirmektedir.

Bu yazılarımızdaki görüşmelerimiz, hep genel mahiyet niteliğini arzetmektedir. Bu gerçekleri ve metod prensiplerini ortaya koymadan tarih yazmanın hem hatalı hem de yetersiz olacağı kanısındayız.

Hikmet Turhan DAĞLIOĞLU


[1] Bu bilgiyi bana Mardinde Süryani-i kadim cemaati metrepolidi sayın bilgin dostum Hanna Dolapisu efendi milâdın beşinci yüzyılında deri üzerine yazılmış bir suryan'ı kitabındaki bilgiye dayanarak vermiştir. İstanbul Üniversitesi tarafından çıkarılmakta olan (Ayıntap) maddesi tarafından yazılmıştır.

[2] Hamalı Yakut ismindende anlaşıldığı üzere Türk asıllı bir bilgindir. NE yapalım ki, eserini (Şehirlerin ansiklopedisi Mu’cem—ül buldan)ı Arapça yazmıştır.

[3] Ayıntablı Ayni, Memluklar zamanında Kahirede Başkadılık etmiş büyük ve ünlü bir din adamı ve tarihçidir. 24 ciltlik eserini Arapça yazmıştır. Türkçe tercümesi Topkapı Sarayı kitaplığındadır.

Kuvayı Milliye