“Ordularımı Arap çöllerinden sevkederken yokluğunun ıstırabını çektiğim, en büyük varlık yeşillikten mahrumiyettir. Ormanı da bir gün çöle kadar getireceğim.”

Yavuz Sultan Selim

Yavuz Sultan Selim’in söylemiş olduğu bu sözle ifade edilen ağaç sevgisini belirtiniz?

Bilmem siz de benim gibi bir bozkırda yalnızlığınızı duydunuz mu? Bir ağaca hasret kalan kurak yollarda yürümeden ayağınız kabardı mı yorgun gözlerinizi bu bozkıra çevirip sessiz sessiz ağladınız mı? Benim gibi. Düşündünüz mü vatanın çıplaklığını? Bu hale acımadınız mı? Durun Vatan köşesinden bir yeri anlatayım size:

Sene 1957… Sıcak bir Ağustos günü. Toprak buram buram terliyor.. Yanımda Ömür görmüş bir tanıdık. Yollar iplik iplik uzuyor. Kalbim serinlemeğe hasret bir ağaca mahrum. Dudaklarımın depremlere maruz kalmış bir memleket gibi çatladığını, kuruduğunu duyuyordum. Toprak yeşertisi uzuyordu. Karşı tepeler, kaderine boyun eğmiş bir dilenci gibi sessizdi. Gökyüzünde ne umut verici bir bulut vardı, nede bir ördek ıslak kanatlarını çarpıyordu üstümüzde. Ellerim, elleri dikenlere değen bir çocuk gibi ürkekti. Şifa vermeyen bu toprağın bağrında düşüncelerim muzlar, portakallar, elmalar, kokan vatan köşelerine, kuş sesleriyle kaynayan ormanlara uzanıyordu. Şimdi oraları, oralarda yaşayan insanları düşünüyorum. İçleri mutlaka dolup taşan insanları kendilerini daha diri, daha sağlam buluyorlar, yarına ümitle bakıyorlardır.

Biz yolumuza devam ediyorduk. Değişen bir sahne yoktu. Her yer boz dikenlerle kaplı, Çakıl taşlarıyla doluydu. Menzile varacağımız bir sırada arkadaşım durakladı. Gözlerini karşı yamaçlara dikti. Gözleri can veren bir insanın gözü gibi büyüyor, küçülüyordu. Derin bir ah çekti. Gözleri nemlendi, belki de utanmasa höngür höngür ağlayacaktı. Yavaş yavaş konuşmaya başladı.

- Bu yamaçların ağaçlarla kaplı olduğunu iyi biliyorum. Çocukluğum bu ağaçların altında geçti. Bura çevrenin tek eğlence yeriydi. İçinden bembeyaz sular akardı. Şimdi onların yerini bulana aşk olsun. Maddî, manevî her türlü yardım sağlanırdı, bu ormanlıktan. Aradan zaman geçti… Halk insâfsızca ormanı yok etmeğe başladı. Küçük bir toprak parçası elde edebilmek için taze fidanları, kalpleri sızlamadan kestiler.

- Evet muhterem efendiler, bu gün bile değeri az çok anlaşılmış durumda olmasına rağmen, bir çok yerlerimiz de halk orman yok etmekten geri kalmıyor. Baltaların parlak ağzı her gün milyonlara mal olan ağaçlıkları devirmeden rahat edemiyor. Keçi sürüleri ormana bırakılarak taze ağaçların hayatına son veriyor. Kırmızı alevler ormanı yerle bir ederken ıstırap duymuyoruz.

Bu gün çeşitli etmenlere kurban olan ormanlarımız, yarını hiçte iyiye götürmüyor. Ağacın bir insana doğumundan ölümüne kadar her türlü faydayı sağladığını bildiğimiz halde onu böyle şuursuz harcamamız kendi kendimizi katletmek gibi bir iştir. Faydaları sayılmıyacak kadar çok olan ağaç, insan hayatiyle paralel yürür. Hayatımızı idame ettirebilmemiz için gereken enerjiyi ondan almıyor muyuz? Bu günkü medeni milletleri medeniyet sahasına ulaştıran o değil mi? Harplerde düşmanı uçurma ileten yerinde demirleten, geri çeviren hatta yok eden ormanın faydaları unutulur mu? Bu gün kıtaları biri birine yaklaştıran, insanlığı selamete ulaştıran ve ekmek kadar kutsal bildiğimiz kitaplar ağacın bir mahsulü değil mi? Onu her yerde görüyor, her yerde faydalanıyoruz. Ölümümüzde dahi üstümüze örtüyorlar.

Kendimizi bir dere boyunda farzedin. Üstümüze meyva yüklü ağaçlar uzansın, tepelerden çam kokuları dolsun içinize, ağaçlardan türlü kuş sesleri dinleyin, içinizin ferahlandığını duyup sıkıntılardan uzaklaşmaz mısınız? Memleketinizi daha çok sevmez misiniz? İşte ağaçlı yerde böyle bir hayat yaşarken, ağaçsız yerdekiler, kuraklığa, yalnızlılığa, hastalığa kapısını açmış kimselerdir. Böyle olan memleketlerin geleceği karanlık bir perdeden başka bir şey değildir.

Ağaçsızlığın acısını tarihimizin kahraman hükümdarlarından Yavuz Sultan Selim daha erken duymuştur. “Ordularımı Arap çöllerinde sevkederken yokluğunun ızdırabını çektiğim en büyük varlık yeşillikten mahrumiyettir. Ormanı da bir gün çöle kadar getireceğim.” Mercidabikta, Ridaniyede düşmanı unutulmaz bir mağlubiyete düşüren hükümdarın en büyük acısı, ağaçsızlık olmuştur. Arap çölleri de yeşillik kaplı olsaydı acaba Yavuz Selim soluğu nerede alacaktı.. Yukarda anlattıklarımızı içinde toplayan Yavuz Selimin sözü, ormana verilmesi gereken değeri bir kere daha belirtmektedir. Eğer bu sözü tutar, ormanı çok uzaklara kadar iletirsek, bir gün gelirde ordularımızın Arap çöllerini geçmesi icab ederse bu ızdırabı duymayacaktır. Ordularımız başarılarına bir başarı daha ekleyecek, sıcak derimizi kurutmayacak, iyi bir ruhla çölleri aşabileceğiz. Bu veciz söze bir Avrupa milleti bizden daha sadıktır dersek kendimizi aldatmış olmayız. Onlar da insandan farksız olan ağaca, biz de bir (hiç) gözüyle bakılmaktadır. Ne zaman ki biz de ağacı canımız gibi korur. Yavuzun sözünü hatırlarsak, manen ve madden ölmezliğe erişeceğimiz şüphesizdir.

Orman davasını benimseyenler, yolunuz açık olsun…

Ertuğrul KARAKOÇ

Öğretmen Okulu

(Gaziantep Ağaç Yetiştirme ve Koruma Derneği 1959 yılı kompozisyon yarışmasında Lise öğrencileri arasında bu yazı birinci gelmiştir.)