Özgeçmiş

Feridun Erserim gibi güzel öğretmenler var mı acaba hâlâ? .. (Benim Güzel Gazianteplilerim)

Sanki kıpırdanmak bile istemeyen, kalın dudakları, açmaya zorlandığı uykulu gözleri vardı. Dudaklarını sadece çok önemli sözleri söylemek için kullanırdı.
“Gazetemi verir misin çocuk…”
İlk zamanlarda “çocuk” diye başlayan bu istem cümlesi, sonunda “Fevzi”ye dönüştü. Gözümde o kadar kocaman bir insandı ki, böylesine kocaman bir insanın bana adımla seslenmesi mutlu olmamı sağlardı.
Gazetesi Ulus’tu. Hiçbir zaman değiştirmedi onu. Öbür “Ulus” abonelerimiz gibi gazetesini tersine katlamazdı. Gazete başlığının okunacak biçimde katlanması doğaldı ona göre. Oysa DP iktidarı, kendilerine tavır alanalara, özellikle de memurlara şiddetli baskı uygulardı.
Ben alışkanlıkla, kendilerine zarar gelmesin, diye başlığı içe getirecek biçimde katlardım. O, düzeltir, başlığı dışa getirirdi. “Kimseden pervam yok” der gibiydi bunu yaparken.
Biliyordum. Bizim dükkandan çıkıp elli metre ilerimizdeki camlı kahveye gidecekti. Orada her zaman oturduğu arkadaşlarıyla buluşacaktı.
Eğer onlar kendisinden önce oyuna başlamışlarsa, o gazetesini açacak, Garson Kâzım’ın kendisi istemeden getirdiği sade kahvesini yudumlayacaktır yavaş yavaş… Dudağından düşürmediği sigarası eşliğinde…
Dün gibi bugün de tuhafıma gitmiştir hep: Böylesine mükemmel insanların da basit insanlar gibi sigarayı tellendire tellendire içmeleri…
Bir gün gazetesini kendisine uzattığımda… Günlerden Perşembe olmalıydı… Zira Ulus’un Çocuk Sayfası Çarşamba günleri yayımlanırdı.
“Bu yaşta şiir yazmaya başladın ha Fevzi! ” demişti.
Dünkü Ulus’un Çocuk sayfasında çıkan şiirimi okumuştu demek! Sevincim, yüzüme yansıdı. Hem de pancar gibi kızararak, ateş gibi yanarak.
“Aferin! ”
“Keşke okula gitsem, keşke onun öğrencisi olsam! ” gibi şeyler geçmişti o an içimden. Sonraları okula gittim. Sonraları öğretmenim oldu bu güzel insan!
“Feridun Erserim, daha ilimizde Ticaret Lisesi yok iken, Orta Ticaret Okuluna Fransızca öğretmeni olarak atanmış. Atama tarihi 1942 ya da 1943’tür.”
Bu bilgiyi Yazar/Öğretmen dostumuz Orhan Yalkın’dan aldım. Sevgili Yalkın’ın nüfus kağıdı benimkinden de eski. Anımsayacak elbette o. Ben o yıllarda 4 yaşında çocuktum.
Ticaret Ortaokulu sonradan Ticaret Lisesi’ne dönüşecek, ben bu okula yazılacağım. O Fransızca öğretmenidir. Öğretmenimin kendisi olmasını istememe karşın, ben İngilizce öğrenmeyi seçtiğimden Hatice Güllü’yü seçecektim.
Fransızca artık kabuk bağlamaya başlamıştı da onun için. Artık o yıllardan başlayarak İngilizcedir güncel olan ülkemde.
Fransızcayı seçmediğim için hiç bir zaman öğretmenim olamayacak demek değildi Feridun Erserim Öğretmenimiz. Bir daktilografi dersinde onu karşımda bulunca sevinçten ağzım ayran delisi gibi açık kalmıştı. Demek hem Fransızca derslerine hem de daktilografiye giriyordu…
Derse öyle bir ortamda girmişti ki, çıldırmıştı o gün sanki bütün arkadaşlar. Her derste üç beş arkadaşın numarasını yazardım tahtaya. (Sınıf başkanıydım söz aramızda) O gün kara tahtanın tepeneden aşağıya kadar iki sıra her yeri yaramazlık yapan arkadaşlarımın numaralarıyla dolmuştu.
Sonunda aşka gelip en alta kendi numaramı da yazdım. Sınıfta uslu duran bir tek ben değildim ya! ..
Ah, Zalim Kadri öğretmenin dersi olacaktı. Ne biçim sıra dayağına çekerdi kalın, zındıyan sopasıyla bizi. Avuçlarımızı ne biçim kızartırdı. Nasıl kalem tutamaz hale getirirdi parmaklarımızı…
Daha huyunu suyunu bilmiyorum ya, bunca insanın tahtaya numaralarını yazdırması her halde böyle bir tepki uyandırır” diye düşünmüştüm Feridun Erserim Öğretmenimizde de…
Hayır, bizi sıra dayağına çekmedi. Tatlı tatlı gülümsedi.
“Öğrenciliğin tadını çıkartıyorsunuz ha çocuklar…” dedi. “Biz de böyle yapardık sizin yaşlardayken…”
Masasına oturdu. Hepimiz şaşkındık. Suskunduk.
Sonra buyurdu.
“AÜTK yazıyoruz bugün.”
Ü ile T ortada boş kalacaktı. İşaret parmaklarımız A ile K üzerinde duracaktı. Gözlerimiz parmaklarımız olacaktı. Klavyeye kesinlikle bakmayacaktık. Arada bir göz ucuyla bakarsak bu bize çok pahalıya mal olacaktı. Ömür boyu on parmak daktilo yazmayı öğrenemeyecektik.
Ama onu kim dinler! Hemen hemen hepimiz de kimi zaman göz ucuyla, kimi zaman açıktan açığa baktık tuşlara.
O, öylesine sevecen, öylesine hoşgörülüydü ki. Başını iki yana sallamakla yetiniyordu bizi suçüstü yakaladığında…
Keşke bunca hoşgörülü olmasaydı. Şu anda ben de on parmakla kullanıyor olacaktım bilgisayarımın klavyesini.
“Kız çocuğu yoktu. 3 erkek çocuğu vardı. Adı Kemal olan oğullarından biri Gaziantep Ticaret Lisesinden mezun olmuştur. Liseden sonra Kemal, Gaziantep’te adını hatırlayamadığım bir bankada çalışmıştı.”
Parantez içindeki bu bilgileri de Yalkın’dan edindim.
Aslında internet yoluyla ulaşabilirdim bu oğullara. Dahası denedim de. Karşıma bir kaç Feridun Ersemim” adı çıktı Google’da. Sanırım bu isimler torun Feridun Erserim’in isimleriydi.
Kimi güncel etkinliklerden söz ediliyordu ismin altında da onun için… Ama bu kadarı, onlara ulaşabilmemi sağlayamadı.
“Feridun beyin Öğretmenevleri Kooperatifinde arsası vardı. Burasını satmış, Akyol’da bir “Antepevi”nde kirada oturuyordu.
Kendisine totodan 125.000,-TL. çıkmıştı. Bu para ile bir ev alabilirdi. Ama yapmadı; harcadı.
Baba bir öğretmendi. Çok hisli, yani duygusal bir insandı.
İçki ve pavyonu severdi. Hatta öğrencileri ile pavyona falan gittiklerini duyardım.
Benim öğretmenim olan Feridun beyle sonra aynı okulda öğretmenlik yaptık.”
Tahmin edeceğiniz gibi bu bilgiler de Orhan Yalkın dosttan geldi.
Erserim Öğretmenimin içkiye aşırı tutkunluğunun ayırımındaydım. Camlıkahvedeki oyun seansları bittiğinde, bir kaç arkadaşıyla birlikte soluğu, yine Suburcu’ndaki Kaplıkahvede alırdı. Her akşamüstü… Kaplıkahve o zamanlar kentin en seçkin içkili lokantasıydı.
Burada gece yarısına çeyrek kalasıya kadar kafalar dumanlandıktan sonra artık pavyona gitme zamanı gelmiş demekti.
Öyle bir insandı ki, zararı sadece kendisineydi. Hiç kimseye zarar vermiş olduğunu duymadım.
Camlı kahve yıkıldığında oyun merkezi değişti. Bu kez Kayacık eteklerindeki Yıldız Sineması ile Gül Palas arasında bulunan Şehir Kulübüne takılmaya başlamıştı, kentin tüm ekâbir memurin takımı gibi o da…
Bir zamanlar kentin en modern oteli olarak yapılan Gül Palas yok artık. Yıldız Sineması da yok…
Bir güzel insandı işte Feridun Erserim. Rüzgâr gibi geldi geçti Gaziantep’in üstünden. Geride kendisini seven bir yığın öğrenci bırakarak.
Şimdilerde de böylesine güzel öğretmenler var mı acaba kentimin liselerinde?

Fevzi Günenç

 

KAYNAK: antoloji.com

Yazılar